Ülkemizdeki enerji stratejistlerinin bir bölümünün anlamakta güçlük çektikleri temel nokta; Rusya’nın enerji ilişkilerinde batılı ülkelere farklı, sınır komşuları olan eski SSCB ülkelerine farklı politikalar yürüttüğü gerçeğidir.
Bilindiği gibi, Sovyetler Birliği döneminde de Batı’ya doğal gaz ihraç ediliyordu. Sovyetler, ilk gaz satış kontratını 1960’ların sonunda Avusturya (OMV) ile imzaladı. 1973 yılında Batı Almanya ile devam eden gaz ihracatı serüveni, 1984 yılında imzalanan 1. Batı Hattı anlaşmasıyla Türkiye’ye de uzandı. Kısaca, SSCB ve Rusya yaklaşık 45 yıldan beri Batı açısından son derece güvenilir tedarikçi olma sıfatını kazandı.SSCB, soğuk savaş döneminde bile Avrupa’nın gazını kesmedi, doğal gazı silah olarak kullanmadı. Rusya Federasyonu kurulduktan sonra da, batılı ülkelerle gerçekleştirilen enerji ticaretinde bugüne kadar bir sıkıntı yaşanmadı.
Rusya’nın eski Sovyet ülkeleri ile arasındaki ilişkinin temeli de, niteliği de çok farklı. Rusya, o ülkeleri politik açıdan hâlâ arka bahçesi gibi görüyor. Sosyalizm döneminde tesis edilen iktisadi karşılıklı bağımlılık düzeyini, ulaşım ve dağıtım kanallarını, istenilse bile, kısa sürede yok edebilmek mümkün değil. Ayrıca, lisan, siyasi kültür ve iş iklimi açısından karşılıklı bağımlılığın hâlâ sürmekte olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu nedenle, Rusya’nın, bu ülkelerle ilişkilerinde enerjiyi bir “silah” olarak kullandığını ifade etmeliyiz.
Rusya’nın enerji stratejisindeki yeni açılım çabalarını, 1984 yılından beri Rusya ile doğal gaz ilişkisinde yaşadığımız kendi tecrübelerimizin ışığında ve yukarıda izah edilmeye çalışılan çerçevede değerlendirmeliyiz. Rusya’nın yeni adımlarının ülkemiz için yaratacağı fırsatlara odaklanmamız milli çıkarlarımız açısından önem taşıyor.
Türkiye’nin, Rusya ile enerji işbirliğinin tarihçesi 1984 yılının ötesine gitmektedir. Enerji ilişkilerinde kapsamlı bir işbirliğinin temelleri 1976 yılında atılmıştır. 1970’li yıllarda yaşanan enerji darboğazının aşılması amacıyla, I. ve II. Milliyetçi Cephe iktidarı, “milli bir enerji stratejisi” oluşturma yolunda ilk somut adımı Sovyetler Birliği’yle atmıştır.
Bu girişim, daha 1970’li yıllarda Türkiye’nin, Sovyet teknolojisiyle enerjide dışa bağımlılığını ortadan kaldırmayı amaçlayan büyük bir düşünceydi. Temel amaç, milli kaynakları (linyit) kullanarak ihtiyacımız olan elektrik enerjisini üretmekti. Ayrıca, “Construction of Heavy Electrical Complex” başlıklı ikinci bir protokolle, Türkiye’nin nükleer enerji ile tanıştırılması da planlanmıştı.
Yaklaşık olarak 8 milyar dolarlık bir yatırımın öngörüldüğü protokoller, 3 yıllık hazırlığın ardından 10 Temmuz 1979 yılında zamanın Enerji Bakanı Deniz Baykal döneminde imzalanmıştı. Projelerin gerçekleştirileceği şehirler, Sovyet uzmanlarca Diyarbakır, Malatya ve Elazığ olarak saptanmıştı.
12 Eylül darbesinden sonra rafa kaldırılan bu protokoller, Cumhuriyet tarihimiz boyunca SSCB ve Rusya ile imzalandığı halde yürürlüğe girmeyen anlaşmalardır.