Toplam tekstil sektöründe bugün karşı karşıya olduğumuz tıkanmanın doğrudan dünya ticaretindeki gelişmelerle ilgisi olduğunu söyleyebiliriz. Zira, ülkemizdeki girdi maliyetleri, 10 hatta 15 yıl önce de uzak doğu ülkeleriyle karşılaştırdığımızda yüksekti. Bu açıdan girdi maliyetlerinin yüksek olması ülkemiz için yeni bir olgu değil. İhraç pazarlarımızdaki payımızı daha çok dış ticaretteki “konumumuz” nedeniyle elde ediyorduk. Dünya ticaretinde artık kota avantajı yok, kotalar nedeniyle sahip olduğumuz garanti pazar payımız ortadan kalktı. Dünya ticaretindeki gelişmeler sektörü dış pazarlarda olumsuz yönde etkilediği gibi, iç pazarda da tehdit ediyor.
Dünyada iki büyük toplam tekstil alıcısı var; ABD ve Avrupa Birliği. Önemli olan, bu iki pazardaki potansiyeli yakalayabilmek ve kalıcılığı sağlayabilmekti. AB pazarındaki performansımız malum. Gümrük Biriliğinin sağladığı avantajları yoğun olarak kullandık. Son yıllarda AB, imzaladığı serbest ticaret anlaşmaları ve gelişme yolundaki ülkelere verdiği gümrük tavizleriyle bu ülkelerin AB’ye yönelik ihracatlarına kolaylık sağlıyor. Bu durum, AB’de pazar payımızın azalmasına yol açtığı gibi, gümrük birliği müktesebatından ötürü ülkemizin de serbest ticaret anlaşmaları imzalayarak sektörde rakibimiz sayılan ülkelerin ürünlerine kapılarımızı ardına kadar açmamız sonucunu da doğuruyor. Yani, Dimyat’a pirince gittik, şimdi evdeki bulgurdan da mı olacağız? Kuzey Afrika menşeli hazır giyim ürünlerinin serbest dolaşımla ülkemize gelmesi bunun somut örneği.
ABD de bu sektörde iç pazarını artık gümrük vergileriyle korumuyor. ABD, önce Meksika’ya daha sonra Karayip ülkelerine giden ucuz üretime, Vietnam, Kamboçya ve Bangladeş’in de yetmediğini görünce, Afrika’ya yöneldi. ‘African Growth and Opportunity Act’ adı altında bir kanunla, Afrika’daki ülkelerden ABD’ye gümrük vergisiz ihracat hakkı tanıyor. Artık örneğin “Made in Namibya” etiketli ürünler ABD pazarında alıcı buluyor.
Bu gelişmeler bize gösteriyor ki, kendi büyük iç pazarımızı dış tehditten korumamız gerekiyor. Uluslararası yükümlülüklerimiz çerçevesinde, ithalata kısıtlama ve engeller getirilemeyeceğine göre; kendi Çin’imizi, kendi Afrika’mızı bularak üretim yapmak zorundayız. Bizim Çin’imiz, bizim Afrika’mız çok uzaklarda değil. İç ve doğu Anadolu bizim Çin’imiz, Afrika’mız sayılamaz mı? Bu bölgelerde iki haftada işgücü haline dönüştürebileceğimiz yığınla işsiz var. Doğuda halen yatırımlara sağlanan IMF onaylı teşvikler bir tarafa, hazır giyim sektörünün destekçisi tekstil alt sektörleri zaten bu bölgede. Bu sektörden kısa dönemde vaz geçebilmemiz olanaklı görülmediğine göre, mevcut üretim kapasitesinin batıdan doğuya transferi bölge insanının refahının yanı sıra başka sorunlarımızın çözümüne de katkı sağlar.
Bu transfer sürecinde, sektörde kapasite artırımına yol açacak popülist stratejiler yerine, mevcudu ve katma değeri yüksek olanı taşımalıyız. Transfer işleminin detaylarını kamuoyuna mal etmemiz gerekmiyor. Bu süreçte tasarım, moda, marka ve pazarlama gibi ciddi dönüşüm projeleri geliştirmenin yollarını ararken; dahilde işleme rejiminin sektöre ne getirip ne götürdüğü de masaya yatırılmalı. Sektörün kendi geleceği ve ulusal çıkarlar doğrultusunda radikal kararlar almaya hazır olup olmadığı önem arz ediyor.