Ukrayna önemli ticaret ortaklarımızdan birisi. 2005 yılında ihracatımız 820 milyon ABD Doları, ithalatımız ise 2,6 milyar ABD Doları düzeyinde gerçekleşti. Bu rakamlara bavul ve kargo ticareti hacmini de ilave etmemiz gerekiyor. Ukrayna’daki siyasi gelişmeleri de tıpkı diğer komşularımızda yaşanan siyasi ve askeri gelişmeler gibi uzaktan izliyoruz. Rusya ile Avrupa Birliği ve ABD arasında sıkışan bu ülkede, kısa bir süre önce yaşanan turuncu devrim sürecinin de, bugünkü gelişmelerin de bizi fazla ilgilendirmediğini görüyoruz. Batının yanında, hatta batı kampında yer alan bir Ukrayna’yı mı, yoksa Rusya’ya daha yakın bir Ukrayna’yı mı tercih ederiz?
Turuncu devrim sürecinde Ukrayna’nın Rusya’nın etkisinden kurtulmakta olduğu yolundaki haber ve yorumlara büyük çoğunlukla sempatiyle yaklaştık. Siyasi düzeyde tepkisiz kalmamız ise, yukarıdaki seçeneklerden hangisinin ulusal çıkarlarımızla örtüştüğünü henüz belirleyememiş olmamızdandır. Bugün yapılan “turuncu devrimin rövanşı alınıyor” şeklindeki analizleri ve Ukrayna seçimlerinden asıl Rusya’nın galip çıktığına dair yorumları resmi düzeyde sessizce izliyor olmamız yine aynı nedenledir. Son Ukrayna – Rusya doğal gaz krizi gösterdi ki, bu ülke ile ilgili gelişmeler aslında bizi yakından ilgilendiriyor. Ya Rusya’dan aldığımız gaz miktarı azalıyor, ya da Ukrayna’ya alternatif enerji geçiş yolları ülkemize kayıyor. Ukrayna’nın NATO ve AB öyküsünü zaten yakından izlemek zorundayız. Bölge ülkelerine yönelik stratejiler geliştirirken öncelikle, Rusya ile rekabet halinde olup olmadığımızı da belirlememiz gerekiyor.
Öte yandan, eski Sovyet cumhuriyetlerinin kapitalizme geçiş sürecinin daha başlarındayken, renkli devrimlerle batıdan demokrasi! ithal etme gayretleri ne denli sağlıklı bir gelişme? Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve işsizlik büyük sorunken, üst yapıda batı tipi bir demokrasi tesis edilebileceğinin sanılması, renkli devrimlere sahne olan ülkelerin de, batının da en büyük yanılgısı. Bu yanılgıya ne yazık ki ülkemizdeki bazı kesimler de düşüyor. Onlar da bu coğrafyaya, Rusya’nın etkinliğinin kırılmasına paralel olarak, demokrasinin ve kapitalizmin geleceğini sanıyorlar.
Oysa durum çok farklı. Öncelikle eski Sovyet coğrafyasını oluşturan ülkelerin ekonomik açıdan birbirlerine bağımlılığı giderek azalmıyor, tam tersine artıyor. Bu bağımlılık bölgenin kapitalizme, ancak, hep birlikte geçebileceği anlamına geliyor. Aksi nasıl mümkün olabilir ki? Bölge ülkelerinin tümü ya enerji tedariki açısından ya da sahip olduğu enerjiyi dış piyasalara sürebilmek açısından Rusya’ya bağımlı. Çöken Sosyalist sistemin kendi unsurları arasındaki ekonomik bağımlılığı en üst düzeye taşımış olması, kapitalizmin batıda yıllardan beri başarmaya çalıştığı olgu değil mi? AET (AB) ve NAFTA bu olgunun en somut örnekleri değil mi?
Bölge ülkelerinin aynı pazar özelliklerine sahip bir görünüm arz etmesi ve coğrafi olarak yakın oluşumuz, bölge ile ilgili gelişmelerde Türkiye’yi daha hassas bir konuma itiyor. Bu durum kuşkusuz bizim gibi emek yoğun sektörlerde önemli üretim kabiliyeti olan bir ülkeyi bölgede avantajlı konuma getiriyor. Bölgede Rusya ile rekabet yerine, Rusya ile ortaklığa giden yolda adımlar atılması milli çıkarlarımıza daha uygun düşüyor. Zaten, Rusya’daki ekonomik varlığımızın giderek büyümesi de bu seçeneğin gündemde olmasını gerektiriyor.