Türkiye’nin Suriye’deki riskleri

Gazeteci Ceyda Karan’ın RS FM için Suriye’deki gelişmelerle ilgili olarak Medya Günlüğü yazarı Aydın Sezer’le yaptığı söyleşinin özeti:

“ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararı sonrası Amerikan birliklerinin geri çekilmesi için hazırlıklar başladı. ABD yönetimi meseleyi Türkiye ile koordine edeceğini duyurmuşken, Ankara’dan gelen açıklamalar Türkiye’nin ABD’den boşalan alanı doldurma arzusunu ortaya seriyor. Trump’ın kararı sonrası dikkatler bölgedeki gelişmelerin ne yönde evrileceğine çevrilmişken, Rusya’nın, Suriye’nin ve İran’ın atacağı adımlar da merak konusu.

Suriye’den çekilme denklemi; ABD, Türkiye, Rusya ve İran’ın pozisyonlarını Medya Günlüğü sitesinin yazarı analist Aydın Sezer ile konuştuk.

Sezer’e göre, Trump fikrini bir telefon görüşmesiyle değiştirebilecek kapasitede bir başkan olsa da Suriye’den çekilme kararına götüren süreçteki gelişmeler kararın arkasında ‘makro bir bakış’ bulunduğu izlenimi veriyor. Bu bağlamda Trump yönetimininTürkiye ile ilişkilerinde attığı son adımlarla Washington’ın bölgedeki sıkı müttefiki olan bazı Arap ülkeleri ile Arap Birliği’nin Suriye politikasındaki değişimleri ve Rusya’nın diplomatik girişimleri anımsatan Sezer, özellikle Sudan lideri Ömer el Beşir’in Şam ziyaretine dikkat çekti:

“Trump’ın çekilme kararının, bir telefon görüşmesi esnasında bir anlık refleksle verilmiş bir karar olduğunu düşünsek bile, hemen öncesinde arka planda Türkiye-ABD ilişkilerinde ve Suriye özelinde Rusya’nın da işin içerisinde olduğu özellikle Sudan’ın devreye girmesiyle birlikte gelişen bir süreç olduğunu düşünüyorum. Trump böyle bir kararı bir telefon görüşmesiyle alabilecek kapasitede biri. Kendi güvenlik bürokrasinin istifasından da bunun ani bir karar olduğunu çok net şekilde anlıyoruz. Burada tereddüt yok. Ama bu karardan önceki bazı gelişmeler şahsen kafamda Suriye ile ilgili daha makro bir bakışla bazı gelişmelerin olduğunu çağrıştırıyor. Bunlardan birisi şu: Sudan Cumhurbaşkanı Beşir’in Suriye’ye yaptığı ziyaret. Bu ziyaret birçok kimsenin anlamlandırmakta zorlandığı bir süreç olarak karşımıza çıktı. Arkasından Lavrov’un Sudan Dışişleri Bakanı ile yaptığı telefon görüşmeleri var. Burada Sudan’ın şu anda Arap Birliği’nin 150. dönem toplantılarında konseye başkanlık ediyor olmasının verdiği bir rol var. İkincisi Sudan, özellikle son aylarda ABD ambargosu ve ABD’nin ‘terörü destekleyen ülkeler’ listesinden çıkartılma yönünde yoğun çaba sarf ediyor. Arap Birliği’nin devreye giriyor olması demek, arka planda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır’ın yani Türkiye-Katar cephesinin karşısındaki cephenin Suriye konularına giderek daha fazla müdahil olmak arzusunda olduğu gerçeği demek. ABD ve Rusya açısından konuya bakıldığında, ABD’nin zaten desteklediği bir kamp bu. Suriye’nin geleceğinde Arap ülkelerinin genel olarak daha fazla tavır almaları, hem siyasi, hem askeri, hem de maddi anlamda taraf olmaları noktasında ABD’nin çıkarlarıyla örtüşen, hatta onu destekleyen bir uzantısı olduğunu söyleyebiliriz. Pek yakında Körfez ülkelerinin bazılarının Şam’da büyükelçiliklerini tekrar açacaklarına yönelik haberler yer alıyor basında.”

Rusya’nın Orta Doğu’da ABD’den farklı olarak çok daha dengeli adımlar attığını düşünen Sezer, Körfez ülkelerinin Suriye’ye müdahil olmasının Rusya açısından sorun yaratmayacağını vurguladı. Sezer’e göre bundan sonra Arap Birliği’nin Suriye bağlamında Esad’ın desteklenmesinin de bulunduğu çok daha etkili rol oynayacağı bir süreç başlayacak ve son gelişmeler ABD-Rusya arasında mükemmel olmasa bile koordinasyonsuz düşünülemez:

“Rusya, Orta Doğu politikasına yönelik olarak ABD gibi ülkeleri ayrıştırarak, Sünni-Şii blokları üzerinden ya da İsrail’i dışlayan değil son derece kapsayıcı, çok daha dengeli ve bölgesel bütünlük arz eden bir politika izliyor. Burada da Beşir’in bir Rus uçağıyla Suriye’ye gitmesi Rusya’nın da bu işin içerisinde olduğunu gösteriyor. Eğer Arap ülkeleri Arap Birliği bağlamında Suriye’ye daha fazla müdahil olacaksa bu Rusya açısından bir sorun yaratmayacak. Çünkü Rusya hem Suudi Arabistan hem Katar hem Mısır hem de İsrail ile son derece iyi ilişkiler içerisinde olmayı başarmış bir ülke.

Bu çerçeveden bakıldığında, Arap ülkelerinin Arap Birliği önderliğinde Suriye’ye yönelik sergiledikleri politikada, hem İran’ın dengelenmesine ya da engellenmesine yönelik bir takım adımlar atılmakta olduğunu söyleyebiliriz. Hem de Türkiye’nin Suriye’deki genişleyen etki alanının kırılmasına yönelik bir ön alma çabası olarak görebiliriz. Kaşıkçı cinayetiyle birlikte ortaya daha belirgin bir şekilde çıkan Türkiye ve Katar’ın bir ölçüde de İran’ın arka planda destek olduğu blok ile Suudi Arabistan öncülüğündeki blok arasındaki rekabet çatışması Arap politikalarına yönelik olarak ve hangi tarafın ABD ve İsrail’in desteğini almakta olduğu gerçeği ışığında Suriye’de olup biteni bu şekilde yorumlayabiliriz. Dolayısıyla Türkiye’nin karşısında Suriye’de sadece ABD veya Batılıların desteklediği PYD/PKK terör blokunun ötesinde her zaman karşı olduğumuz bir Esad’ın ötesinde bir de Esad’a destek vermek üzere konumlandırılan genel bir Arap gücünü göreceğiz bundan sonraki süreçte. Bu adımların ABD ve Rusya arasında, mükemmel bir koordinasyondan bahsetmiyorum ama zımni de olsa bir karşılıklı anlaşma olmadan girişilebilecek bir strateji olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Rusya Orta Doğu’daki bütün ülkelerin dostu konumunda şu anda.

Peki ‘ABD’nin yerini almayı uman’ Türkiye bütün bu gelişmelerden nasıl etkilenecek? Suriye sahasında Ankara için ‘tuzaklar’ var mı? Sezer hükümeti destekleyen medyada ve hatta ulusalcı cephede ABD’nin Suriye’den çekiliyor olmasının ’emperyalizmin kovulması’ olarak Türkiye’nin ‘başarı’ hanesine yazıldığını anlatırken, ‘Türkiye Suriye’de nereye gidiyor, hangi görevler veriliyor, Türkiye’yi neler bekliyor’ soruları üzerinden realist değerlendirme ihtiyacına şu sözlerle dikkat çekti:

“Havuz medyasında Amerika’nın Suriye’den çekiliyor olması nedeniyle, -kaldı ki ulusalcı cephede de aynı şeyler var- emperyalizmin kovuluyor olması anlamında yapılan açıklamalar çerçevesinde, ‘Türkiye’nin zaferi’, ‘Türkiye’nin diplomaside kaydettiği başarının sonucu’, ‘Türkiye’nin gerçekten oyun kurucu olduğu’ noktasında alkışlanması gerektiği hususlarında, bunu yapanlar arkadaşlarımız olduğu için ben de Türkiye’yi bekleyen riskler ve tehlikeler ortadayken (böyle) söylemek istemiyorum. Belki biraz daha karamsar ve realist olacak ama Türkiye, Suriye’de nereye gidiyor? Türkiye’nin üzerinde hangi görevler, nasıl veriliyor ve Türkiye’yi neler bekliyor? Bu konularda bazı başlıkları söylemek istiyorum. Türkiye, Amerika ve Batı cephesiyle oyun kurucu olduğu Suriye’de Rus uçağıyla devre dışı kaldı, hem masada hem sahada olmadığı bir dönem yaşadık.

Hemen akabinde Fırat Kalkanı ile başlayan bir Suriye müdahalesi gündeme geldi ve bu El-Bab’a kadar uzandı. 80’in üzerinde şehit verdiğimiz bir yer El-Bab. Bunun hemen arkasındaki süreçte Astana toplantılarıyla birlikte garantör ve müdahil bir ülke olarak Suriye’deki rolünü bir basamak daha yükseltti ve İdlib’in silahsızlandırılmasında rol almaya ve asker göndermeye başladı. Hemen arkasından Afrin müdahalesi gündeme geldi. Bunun hemen arkasından ABD ile Münbiç’te devriye olayı gündeme geldi. Daha geçen hafta (ordunun) Fırat’ın doğusuna sürülmesi konusunda harekat planları yapıldı ve ABD’nin kabul edilemez demesine rağmen kararlılıkla bu yönde adımlar atıldı. Şimdi de Amerika’nın toptan çekilip Fırat’ın doğusunu neredeyse kontrol edecek bir pozisyona, artı IŞİD kalıntılarıyla mücadeleye yönelen bir Türkiye var. Türkiye’nin Suriye’deki etki alanını genişletme çabası giderek genişliyor ve yayılıyor. İçerideki ve dışarıdaki bütün aktörlerle ilişkileri tekrar kırılgan olabileceği yeni bir pencere açıyor. Bu süreci sonuna kadar Türkiye’nin inisiyatifinde götürmek teknik olarak mümkün olsa ve bu kapasiteye sahip, ekonomik, askeri ve diplomatik yetkinlikte bir ülke olarak müdahil olsak şahsen ben de bundan çok büyük gurur duyarım. Ama öyle bir konum var ki, Astana süreci ortaklarından İran, Türkiye’nin Fırat operasyonuna kuşkuyla yaklaşıyor, burada ne olup biteceğini öngörmeye çalışıyor. Rusya da keza yarın bir gün Türk ordusunun Suriye’den çekilmesi konusunda Türkiye ile uyumlu bir uzlaşı içerisinde bu süreci tamamlayıp tamamlayamayacağına dair bir soru işareti var. Kürtler, Amerika’nın kendilerini terk etmesiyle birlikte önce Esad’a sonra Rusya’ya yanaşma konusunda terör boyutunun dışında Türkiye’ye yönelik farklı bir Kürt realitesiyle Türkiye’yi karşı karşıya bırakacak bir zemin bulurlar mı bulmazlar mı? Yani burada yeni Suriye anayasasında Kürtlere özerklik boyutundan bahsediyorum, bu konu gündemde. Arap Birliği’nin topyekûn olarak Suriye’yi de Esad’ı da kapsayacak ve Esad’ı da tekrar Arap Birliği içerisine alacak bir şekilde bölgede etkili olma sürecine bakıldığında Türkiye kanımca Amerika’nın çekilmesiyle birlikte Suriye politikasındaki Amerika dengesinde bugüne kadar ‘başarıyla oynadığı’ o zemini de kaybediyor. Amerika’nın olmadığı bir noktada bu ülkelerle baş başa kalacak oluyor olmamız benim açımdan tamamen Rusya’nın inisiyatifine terkedilmiş bir gelecek olarak gözüküyor. Rusya burada tabii gerek Türkiye ile olan iktisadi ilişkilerde, mega projelerde, gerek Türkiye ile diğer ilişkilerindeki boyutuyla belki yaptırım gücüne, belki de taviz koparma gücüne sahip bir ülke olarak ortaya çıkıyor.”

Bu bağlamda Ankara’nın hem Rusya’dan S-400 alımı hem de ABD’den Patriot alımına yeşil ışık yakan tutumuna anımsatan Sezer, düğümün nasıl çözüleceğinin önemine vurgu yaptı. Sezer’e göre Türkiye’nin hem Patriot hem S-400 almayı istemesi ‘normal karşılanabilir’ olsa da Washington meseleyi Ankara’nın önüne şerh eşliğinde getirecek.”

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın

Leave a comment