Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan seçimleri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkça desteklediği Ersin Tatar kazandı. Öncelikle bu sonuç Kıbrıs Türk halkına hayırlı olsun. Aynı şekilde, bu sonucun Türkiye-KKTC ilişkileri ve Kıbrıs davamız açısından da olumlu sonuçlar doğurmasını diliyorum.
1974 yılından beri her türlü olumlu yaklaşımımıza rağmen yılan hikâyesine dönen Kıbrıs sorununun çözümü sürecinde, ne yazık ki, Türkiye uluslararası camiada aradığı desteği hiçbir zaman bulamadı. Annan Planı ve sonrasındaki gelişmeler ise, Ada’daki Türk toplumunda ve Türkiye’de farklı görüşlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, daha garip bir şekilde, yerlilik ve millilik temelinde tartışılmaları beraberinde getirdi.
Bundan sonraki süreçte, Türk hükümeti ile koordineli olarak hareket edecek Ersin Tatar’ın, sahip olduğu sınırlı yetkiler çerçevesinde de olsa daha uyumlu adımlar atacağı beklenebilir. Kıbrıs’ta iki devletli bir yapının; konfederasyon veya değil, ortaya çıkması için çaba sarf edileceği beklenebilir. Evet, Kıbrıs’ta, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ni de yakından ilgilendirecek yeni bir süreç başlıyor, bir dönüm noktasında olduğumuz söylenebilir. Ersin Tatar’ın kısa süre içerisinde milletvekili seçimlerini de gündeme getireceğini düşünüyorum. Hiç şüphesiz, AKP de bunu isteyecektir.
Kıbrıs seçimleriyle birlikte, Türkiye iç politikasında bundan böyle daha sık işlenecek olan bir “Kıbrıs davası” başlığımız olacak. Erdoğan’ın, bugüne kadar yürüttüğü dış politika uygulamalarına bakarak Ada’dan bir “Kıbrıs Fatihi” unvanı çıkarmak istemesi gündeme gelebilir. Üstelik bu konu, diğer tüm dış politika başlıklarının ötesinde, kamuoyunun neredeyse tamamının destek vereceği bir sürece evrilebilir. Kamuoyu demişken, elbette muhalefetin vereceği desteği de hesaba katmak gerekecek. Bu anlamda güçlü milli birlik olgusuyla, iç politikada tepe tepe kullanılacak bereketli bir alanımız daha oldu. Kısaca, iç politika sorunlarımızla yüzleşmemiz belki de başka bir bahara, belki de Türkiye’de yapılacak erken seçim sonrasına da bırakılabilir.
Tamam, bir an için iç politikayı bir tarafa bırakalım. Hatta, bunun Erdoğan’a sağlayacağı yeni manevra alanını da dikkate almayalım. Nasıl olsa, bu dava ulusal bir dava, kenetlenelim hiç olmazsa bu sorunumuzu çözelim diyebiliriz, açıkçası samimi olarak ben de bunu isterim. Tahmin edeceğiniz üzere “ancak” kelimesini kullanacağım… Ancak, özellikle son on yıldır yürütülen dış politika anlayışıyla, yani gerçeklikten uzak ve önceliklerden yoksun dış politikamızdaki kimilerince başarı hanesine yazılan başlıklara bakalım…
Suriye
Bugün Suriye’de yazılan başarı hikâyesi Türkiye açısından iki önemli sonuç üretti. Öncelikle milyonlarca sığınmacıya ev sahipliği yapılıyor olması, Türkiye’deki milyonlarca orta ve az gelirli vatandaşın milli gelirden alması muhtemel payın kendilerine ulaşamaması sonucunu doğurdu. İkincisi, 1998 tarihli Adana Mutabakatından, Salih Müslim’in 2015 yılı mart ayında ülkemize yaptığı son ziyarete kadar Suriye kaynaklı bir terör sorunumuz yokken, şimdi sınırların ötesinde, ABD ve Rusya’nın aralarında paslaştığı bir ciddi sorunumuz oldu. Bu arada Esad hâlâ orada.
Libya
Son derece önemli ticari, ekonomik, siyasi ilişkilerimizin olduğu Libya’da, savaşan taraflardan birisine sağladığımız destek nedeniyle, önümüzdeki süreçte sıkıntılı bir geleceğin Türkiye’yi beklediğini söyleyebiliriz. Daha bugün, siyasi çözüm masasındaki yerimize bakarak kolayca bir tahminde bulunabiliriz. Libya halkının en az yarısında oluşan olumsuz Türkiye imajının ne kadar sürede tamir edilebileceğini tahmin etmek dahi güç.
Doğu Akdeniz
Yunanistan ile Ege’de yaşadığımız ve uzun yıllardan beri çözülemeyen sorunlar ortadayken, Libya ile yapılan deniz alanlarının sınırlandırılması anlaşmasıyla, maalesef Yunanistan’ın lehine sonuçlar doğurulduğunu düşünüyorum. Bilindiği gibi, Yunanistan, bizim Ege’de beş başlıkta müzakere edilmesini istediğimiz konuların tartışılmasını dahi kabul etmiyor. “Ege’de tek sorun vardır, o da kıta sahanlığı sorunudur: Tek sorun, tek çözüm, çözümün adresi de Uluslararası Adalet Divanıdır (UAD)” söyleminden vaz geçmiyor. Son 15 yılda yapılan 60 istikşafi görüşmeye rağmen bu söyleminden milim şaşmadığı bir dönemde, özellikle, bizim Libya anlaşmasına bir tepki olarak imzalanan Yunanistan-Mısır anlaşmasıyla, aramızdaki sorunlara 3. bir tarafı da ortak etti. Bizim hak iddiasında olduğumuz, 28 derece boylamın batısı Mısır’la yapılan anlaşma sınırları içerisinde kaldığı gibi, Girit ve Rodos deniz alanları kazandı. Biz her ne kadar Yunanistan-Mısır anlaşmasını tanımasak da, bu anlaşma nedeniyle, Yunanistan’ın bizi UAD’ye davetinde, bu defa yalnız olmayacağı da ortaya çıktı. Doğu Akdeniz’de Türkiye lehine olan statükoyu bozmamamız gerekiyordu.
İsrail ve Mısır
Bu iki ülke ile ilişkilerimizin neden ve nasıl bozulduğu konularına girmeyeceğim. Ancak, bu politikanın sadece bu iki ülke ile ilişkilerde yarattığı hasarın ötesinde, üçüncü ülkeler ve farklı dış politika başlıklarına da sirayet eden hasarlar vermekte olduğunu vurgulamakla yetinelim.
Rusya
Rusya ile uçak krizi, Astana süreciyle sağlanan işbirliği ve S-400 alımına rağmen, İdlib’te yaşanan sıkıntılar ve özellikle Libya sahasındaki pozisyonlarımız, tarihsel süreçte hiç olmadığı kadar büyük bir “güven” sorununu beraberinde getirdi. Son olarak Dağlık Karabağ sorunu üzerinden gerilen Türkiye-Rusya ilişkilerinin, özellikle de Ukrayna ve Kırım sosuyla ulaştığı seviye, güven bunalımının kısa hatta orta vadede ortadan kaldırılamayacağına işaret ediyor.
ABD ve AB
Kurumsal anlamda, iktisadi, askeri ve siyasi açıdan bağlı olduğumuz Batı bloku ile ilişkiler malum. Detaya ihtiyaç yok. Sadece GKRY üzerinde, ABD ve Fransa’nın izlemekte olduğu politikalar vurgu yapmakla yetineyim.
Türk dış politikasına, büyük resme, bakarak Kıbrıs’ta ne olup biteceğini tahmin etmek güç olmasa gerek. 1974 -2004 döneminde de arkamızda bir dış destek olmaksızın Kıbrıs davasını buraya kadar getirebildik. Bugün, tüm dış dünyayı tam karşımıza alarak hatta onlara Arap ülkelerini de eklemleyerek yarattığımız “renkli blok” karşısında ne yapabileceğiz bilemiyorum. Arapları, İsrail’i, AB’yi, ABD’yi ve Rusya’yı Türkiye’ye karşı ortak tavır sergileyebilecek bir konuma getirmiş olmak elbette bir başarıdır!..