Bu ilk değil, AKP bir kez daha kaybetti.
Hatırlanacağı üzere AKP ilk yenilgisini 7 Haziran 2015 seçimlerinde almıştı. Oyları % 41 seviyesine gerileyen AKP, Bahçeli’nin koalisyonlara ve HDP’ye yönelik tavrı nedeniyle, iktidarı kaybetmesine rağmen, kısa bir geçiş sürecinin ardından, 1 Kasım’da tekrar iktidara gelmişti. MHP’nin kaybettiği oyların tamamının kendisine yönelmesiyle iktidara gelen AKP, MHP ile bir ortaklık ilişkisi içerisine girmişti. AKP ve MHP, 7 Kasım seçimlerinden bu yana, OHAL ve rejim değişikliğine yol açan Anayasa referandumu başta olmak üzere bir dizi önemli başlıkta başarılı ortaklık sergilediler.
Bu süreçte MHP’den ayrılan Bahçeli muhalifleri İyi Parti’yi kurarak, sadece MHP’nin değil AKP’nin de alternatifi bir siyasi oluşum oldukları iddiasını yürüttüler. Diğer bir ifadeyle, AKP ve MHP ortaklığı İyi Parti çatlağına rağmen yoluna başarıyla devam etti.
24 Haziran erken seçimleri kararının alınmasında da etkili, hatta belirleyici olan Devlet Bahçeli’ydi. Bahçeli Türkiye’nin kaderini belirleyecek seçimlerde, kamuoyundaki Akşener ve İyi Parti rüzgarına rağmen erken seçimlere gitmekte sakınca görmedi.
24 Haziran seçimleri Muharrem İnce’nin de aday olmasıyla oldukça renkli bir havada geçti. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. tura kalacağı tahminlerini yapanlar (ben dahil) yanıldı. Ancak, işin ilginç tarafı, seçimlerin ilk turda Erdoğan’ın galibiyetiyle tamamlanacağı tahmin edenlerin hiç birisi de, MHP’nin oy oranını tahmin edemedi.
24 Haziran seçimleri sonuçlarının tek sürprizi MHP’nin aldığı oy oranı oldu. MHP markası çok önemli bir başarıya imza attı. % 42’ye kadar gerileyen AKP’nin ve Erdoğan’ının kurtarıcısı oldu. Bu defa ortaya çıkan tablo, 7 Haziran sonrası gibi adı konulmamış bir ortaklık ilişkisi değil, resmen koalisyon diyebileceğimiz Cumhur İttifakı adı alındaki birliktelik oldu.
2002 yılından beri AKP’nin kesintisiz iktidarda olduğunu düşünenler, artık bu yeni dönemde AKP’nin tek başına iktidar olmadığını ve Erdoğan’ın da “desteksiz” Cumhurbaşkanı olmadığını hiç unutmamalı.
Türkiye’nin önündeki yakıcı iç ve dış sorunlarla başa çıkılabilmesi için atılacak her adımda artık Bahçeli’nin daha açık ve net söz sahibi olacağı bir döneme giriyoruz. İşin garip tarafı, bu koalisyonu oluşturan partilerin hangisinin büyük hangisinin küçük parti olduğunun kolayca fark edilemeyeceği bir süreç de olacak bu.
Erdoğan’ın 2002’de yola çıktığı arkadaşları yerine Bahçeli ile birlikte yürümek zorunda kalmasının temel sebeplerinden birisi de hiç kuşkusuz Erdoğan’ın bagajı. İşte koalisyonda AKP’yi edilgen yapan faktör de bu. Bahçeli’nin sahip olduğu siyasi anlayışın Türkiye’yi nereye götüreceği başlı başına bir bilinmezken, başta Kürt sorunu ya da iktidar ortaklarının tanımıyla terör sorununda izlenecek politikanın ne olacağı üç aşağı beş yukarı belli. Bu yaklaşım inşallah orta ve uzun vadede Türkiye’yi çıkmaz bir sokağa götürmez.
Bugüne kadar sergilenen ortak yaklaşımın hemen her alanda başarıyla devam edeceğini düşünmek için iyimser olmamızı gerektiren gelişmeler olduğu kadar, seçimlerden iki gün önce Bahçeli’nin Davutoğlu örneği üzerinden yaptığı eleştiriler kötümser olmamıza da yol açıyor. Hatta seçimlerden hemen önce, medyanın Bahçeli’nin çıkışlarını her zamanki abartılı üslubuyla “koalisyonda çatlak” başlığıyla verdiğini hatırlayalım.
Bu birliktelik Türkiye’yi nereye götürecek bekleyip göreceğiz. Koalisyonda ortaya çıkacak sorunlar bertaraf edilemediği takdirde, AKP’nin meclisteki diğer partilerin biri ya da ikisiyle yeni bir birliktelik sergilemesi söz konusu da olabilecek mi, bunu da bekleyip göreceğiz. Ancak, mevcut sistemin böyle yeni birlikteliklere hangi oranda müsaade edeceğine yönelik bir tahmin yapmak oldukça güç. Tek adam yönetimdeki bir sitemde, gerektiği takdirde “milli birlik ve beraberlik” hükümetleri oluşturulabilir mi, bunu kestirmek de oldukça güç.
Kısaca, Türkiye’yi koalisyonlar belasından! kurtarmak için çıktığımız bu yolda daha ilk adımı bir koalisyonla atıyor olmak, sanırım sadece Türkiye’ye özgü bir ironi.