‘Domates davası’ndan izlenimler

Bugün Bayburt Grup bünyesindeki Agrobay Tarım firmasının Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Çiğdem Toker aleyhine açtığı 1,5 milyon liralık rekor tazminat davasının ilk duruşması yapıldı. Toker davaya konu olan yazısında, Agrobay Tarım’ın Rusya’ya domates ihracatı için seçilen şanslı şirketlerden biri olduğunu yazmıştı…
Domates hikayesini yakından takip eden biri olarak, domatesin; nükleer santral yaptırdığımız, doğal gaz ithal ettiğimiz, S-400 satın aldığımız Rusya ile ilişkilerde önemli ve “milli” bir gündem maddesi yapılmasını her zaman eleştirdim. Bu defa aynı domates, ne yazık ki, Türk hukuk tarihinin en yüksek tazminat davasına konu olmayı başardı.
Sevgili Çiğdem Toker’e destek olmak, hatta moral vermek gerekir düşüncesiyle davayı izlemeye gittim…
Öncelikle belirteyim ki, dava Ankara’da Dışkapı Adliyesinde görülüyor. AKP döneminde yapılan devasa adalet saraylarının yetersiz kalması ve ek hizmet binalarının devreye alınması gösteriyor ki, halkın adalet arayışında ciddi bir artış var! Duruşma salonu o kadar küçük, o kadar küçüktü ki, izleyiciler için sadece 5 adet sandalye vardı. Allahtan 16 yıldan beri isminin başında “Adalet” olan bir parti tarafından yönetiliyoruz. Başka bir parti tarafından yönetiliyor olsaydık adaletin durumu nasıl olurdu, düşünmek bile istemiyorum!
3 kuruluşluk domates için açılan bu rekor tazminat davasını izlemek ve Çiğdem Hanım’a destek olmak için gelen çok sayıda gazeteci ve sivil toplum kuruluşu temsilcisi vardı. Oldukça renkli bir grup olduk, hemen selfie çektirdik. Sosyalleştik. Bu dava olmasa bu kadar insanın bir araya gelmesi mümkün olmayacaktı. İtiraf edeyim, ben aslında böyle bir rekor tazminat davasına muhatap olduğu için Çiğdem Hanım’ı kıskandığımdan oradaydım! Diğer gazeteci arkadaşlarında da bu kıskançlığı gördüm! Çünkü bir gazetecinin aldığı sayısız ödül elbette çok önemlidir ama yıllar geçer unutulur. Oysa bu dava şimdiden basın tarihine geçti. İyi ki gazeteci değilim, kıskançlıktan çatlar ölürdüm herhalde!
Duruşma sadece 7-8 dakika sürdü. Sayın hakim kimlik tespiti yaptıktan sonra iki tarafın avukatlarına söz verdi. Her iki avukat da delillerin toplanması için duruşmanın ertelenmesini talep ettiler. Toker ise sadece bir cümleyle, tam duyamadım, “basın özgürlüğü ya da ifade özgürlüğü” gibi bir şey dedi. Ben o sırada davacı taraf avukatına bakıyordum. Hakikaten avukatlık da zor bir meslekmiş. Neyse, dava 6 Aralık 2018 tarihine ertelendi.
Tam dava bitti çıkıyoruz derken, sayın hakim, dava sayısının çokluğundan, mahkeme sayısının azlığından ve iş yoğunluğun bahsetmeye başladı…
“Hazır buradasınız arkadaşlar buraya en az 50 tane daha mahkeme lazım lütfen bunu da yazın” dedi. İşte o an domatesi de sevgili Toker’i de unutup toplumsal bir soruna, adalet arayışına ve adaletin içler acısı durumuna odaklandım. Bununla dertlendim. Halbuki evden çıkarken sadece Toker’in yanında olmak gibi küçük ve kişisel bir sorunum vardı.
Duruşu ve konuşmasıyla gerçek bir hukukçu olduğu her halinden belli olan sayın hakim gibi hakimlerin mevcudiyeti bir nebze olsun beni rahatlattı.
Ülkem adına umutlandım.
Dava sonunda gazeteciler Çiğdem Hanım’dan resmi açıklama alırken ben de kareye girdim. Çok havalıydım, çok mutlu oldum. Çiğdem Hanım yine basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü… gibi ifadeler kullandı, bu gibi davaların gazetecilerin gözünü korkutmaya yönelik davalar olduğunu belirtti.
Görülmekte olan bu dava nedeniyle, sırf yargıyı etkilememek için yorum yapmayacağım (Burada ben de güldüm) ama şunu söyleyeyim, “Ya kardeşim, 3 kuruluşluk domates için bile firma kayırmacılığı olur mu ya, o kadar şehir hastanesi var, o kadar yol var, o kadar köprü varken domates nedir ki ya…”

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s