Berlin duvarının yıkıldığı günlerde BBC’de (radyo) yayımlanan bir analiz programını hatırlıyorum. Yanılmıyorsam, stüdyoda bir iktisatçı, bir tarihçi ve programın sunucusu sosyalist sistemin yıkılışını tartışıyorlardı. Berlin’e, duvarın önündeki göstericilerle mülakatlar yapan spikere bağlanıldığında, arka planda, haykırışlar ve duvara indirilen balyoz sesleri duyuluyordu. Spiker şu cümle ile söze başladı; “İşte bu sesler, sosyalizmin yıkılışının sesleri mi yoksa, kapitalizmin çöküşünün başlangıcının sesleri mi?”
Stüdyodaki iktisatçı bu cümleyi yorumladı. “Sosyalizm yıkıldığı takdirde, kapitalizm kendi iç çelişkilerine daha hızlı dönecek. Pazar ve ham madde paylaşım savaşları tekrar başlayacak. Sosyalizmin yıkılmasıyla, kapitalizm anti tezini kaybeder. Eğer, yakın bir gelecekte Sovyetler Birliği de dağılırsa, bu siyasi gelişme karşısında, Amerika’nın ve kapitalizmin mutlak galibiyetini kutlamaktan ziyade, dünyanın tek kutuplu düzende karşılaşacağı sorunlara nasıl çözüm bulunabileceğini bugünden tartışmamız gerekiyor. Zira, kapitalizm gibi rekabete dayalı bir sistem, kendi rakibi olmazsa değişen ortama nasıl adapte olup, verimliliğini koruyacak.”
SSCB sonrası dönemde kapitalizm değişim adına sadece Çin örneğini ve bilgi ekonomisini sahneye koyabildi. Sosyalist bir ülkede küllerinden adeta yeniden doğmaya çalışan “klasik kapitalizm”, dünyaya iki yüzyıl önceki vahşi kapitalizmi tekrar yaşatıyor. Bir tarafta piyasa sosyalizmi de denilen Çin modeli, diğer tarafta ise, bilgi ekonomisine dayalı teknolojik üstünlüğün ön plana çıktığı “yeni kapitalizm”, globalizm adı altında dünyaya şekil veriyor.
Enformasyon çağı, globalizm, tek dünya, tek pazar, sermayenin uluslararası niteliğe kavuşması gibi bilinen tüm süreçlere rağmen, kapitalizmin özüne, yani iç çelişkilerine döneceği o kadar aşikardı ki, bunu anlayabilmek için Marxist olmaya gerek yoktu. Futuristler, tek kutuplu dünya üzerine kafa yorarken, resmi ideolojiyle nereye kadar gidilebileceğinin hesaplarını yapıyorlardı. 11 Eylül uçaklarının sahneye çıkmasıyla, resmi ideologlar ABD ve tek kutuplu dünya düzeni için umut ışığını keşfetmişlerdi. İşte, yeni antitez buydu; terör. Medeniyetler çatışmasına kafa yorularak, bu anti tezin kapitalizmin yeni dinamosu olacağı da savunuldu, ancak, çok geçmeden bu tezin fazla iş yapmayacağı önce Afganistan sonra Irak’ta görüldü. Sistem ideologları artık, Baudrillard’a kulak vererek, globalleşmenin sınır tanımayan yayılmacılığıyla kendi sonunu hazırladığını farkettiler, ancak, ok yaydan çıkmıştı bir kez.
Klasik kapitalizmin çözemediği başta açlık olmak üzere, sefalet ve geri kalmışlık, kapitalizm hakkında iyimser olmamızı engellerken, yeni kapitalizmin yarattığı teknolojik uçurum çelişkileri daha da derinleştiriyor. Küreselleşmeyi sadece merkez ülkelerden, çevre ülkelere yönelik tek yönlü sermaye, mal, hizmet ve ideoloji akımı olarak yorumlarken, hatta ulus devletlerin öneminin ortadan kalktığı iddia edilirken, çevreden merkeze yönelik küreselleşmenin neden ve nasıl engellendiğini tartışmıyoruz. Bence, bu noktada, küreselleşme kavramı yerine “küreselleşmeme” olgusunu tartışmamız gerekiyor. Bu tartışmayı, küreselleşme karşıtlığı temelinde değil de, iki yönlü olarak nasıl daha iyi küreselleşilebilir noktasında yapmalıyız.! Tabi eğer, yeni kapitalizm müsaade ederse! Küreselleşmenin çağımızın en yıkıcı sorunu haline geldiği tartışılırken, Jacques Chirac gibi muhafazakar bir politikacının da, bu yöndeki endişesini farklı bir şekilde aşağıdaki kelimelerle ortaya koyması dikkat çekiyor. “Küreselleşme ondan asıl yararlanması gereken toplumların geleceğini daha iyi aydınlatıyor.” Bu cümle, esasen, kapitalizmin kendi sonunu hazırladığı savını destekleyen bir endişenin ifadesidir.
Küreselleşme fakirliğe çare olamadığı gibi, ekonomik ve siyasi istikrarı sağlayan bir unsur da olamadı. Teknolojideki gelişme düzeyine rağmen, günlük bir doların altında gelirle yaşamak zorunda olan insan sayısı da artıyor. Klasik de olsa, yeni de olsa, kapitalizm kapitalizmdir. Kendi iç çelişkileri sayesinde son yüzyılda 2 dünya savaşı yaşatmıştır. Bu nedenle, mucize beklemek yerine kapitalizmi olduğu gibi kabul etmek gerekiyor. Sanırım kapitalist iktisatçılar da bu gerçeği çok iyi bildiklerinden olsa gerek, kapitalist sistemin yaşadığı dönemsel krizlere ancak, teknik analizlerle ve sıradan vatandaşların anlamadıkları bir dilde, sadece yorum getirebiliyorlar.
Kapitalist sistemin özü “en iyinin sağ kalması” temeline dayanıyor. Klasik iktisat teorisi, herkesin kendi çıkarlarını maksimize etmesi durumunda, tüm toplumun çıkarlarının maksimize olacağını iddia ediyor. Bugün, doğru olmadığı kesin olarak ortaya çıkmış bu sav yerine neyi ortaya koyabiliriz? Zira, ekonomik açıdan mağlup olanlar ile ekonomik belirsizlikte ne yapacağını bilemeyenler kökten dinciliğe yöneliyorlar. Bu sayede bireyler gerçek dünyanın belirsizliği yerine, belli kuralları uyguladıkları takdirde kurtuluşa ereceklerine inanıyorlar.
Demokrasi ve kapitalizm gücün dağılımı noktasında çok farklı yaklaşımlara sahiptirler. Kapitalizm gelir düzeyinde ve mülkiyet alanında eşitsizlik yaratırken, demokrasi siyasi gücün eşit olarak dağıtılmasını savunur. Kar etmek ve fırsat yaratmak kapitalizmin itici gücüdür. Rekabetin özü diğerlerinin piyasadan silinmesi temeline dayanmaktadır. Bu nedenle eşitlik temelli demokrasi ile artan miktarda eşitsizlik yaratan ekonominin bir arada yaşamasının mümkün olmadığı görülüyor. Gelişmeler gösteriyor ki, Avrupa’da yaratılmaya çalışılan sosyal güvenlik devleti de geçerli bir alternatif olma özelliğini kaybetti. Sosyal güvenlik sistemi iflas etti. Bir anlamda liberal Avrupa, sosyal Avrupa’yı finanse etmekte yetersiz kaldı.
İçerisinde bulunduğumuz durumunu en iyi şu Çin atasözü açıklıyor. ”Sudan çıkmış bir balığın kendisini nereye fırlatacağını bilmeksizin çırpınışına devam etmesi, sadece mevcut durumunun dayanılmaz olduğunun hissedilmesi gerçeğinden kaynaklanmaktadır.” Çırpınan balığın suya giden yolu bulması galiba sadece ilahi bir mucize olur.
Not : Bu yazı Dış Ticaret Durum Dergisinin 65. Saysında (Temmuz 2008) yer alan “Sudan Çıkmış Bir Balık” başlıklı yazımın kısaltılmış halidir.
http://www.turktrade.org.tr/Dergi.aspx?ID=1