“Demokrasi” kelimesi pozitif anlam yüklüdür. Demokrasinin, teorik anlamda bir kez tesis edilmesiyle “kendisine karşı olan” her şeyi göğüslemesi ve zaman içerisinde de ortadan kaldırılması beklenir. Hiç şüphesiz bu durum, demokrasiyi yaşam biçimi olarak içselleştirmiş olan insanların kurduğu ve geliştirdiği demokrasilerde geçerlidir. Demokrasi kavramıyla kişisel sorunu olanların veya yaşam tarzı olarak takıyyeciliği benimseyenlerin elinde ise demokrasi, “ayak takımının despotizmine”kaçınılmaz bir şekilde dönüşmeye mahkumdur. Tarih, Voltaire’nin bu tanımını haklı çıkartmak için çaba sarf eden siyasetçilerle doludur.
Evrensellikten çok uzak olan ve zorbalıkla tesis edilmeye çalışılan bir rejimi “demokrasi” olarak nitelemek, ancak tedrisatla mümkün olabilecek bir cehalet seviyesine işaret eder. Sosyal bilimlerde akademik kariyer yapmasına rağmen, demokrasinin ana perspektifinin “hoşgörü”olduğunu bilmeyen ve “düşünme organı irade altına alınmış” olanları “Yarı cahil, kör cahilden beterdir” atasözünün kapsama alanındadeğerlendirmek gerekiyor. Tarihin ise direttiği teze karşı çıkanları “gırtlaklamak” istediğini itiraf etmiş bir akademisyen siyasetçiye müstesna bir yer ayırmış olması, teselli değil, demokrasimiz açısından maalesef demokrasinin yüz karası olma halidir.
Demokrasinin sadece sandıktan ibaret olduğunu iddia edenler, en üst perdeden, demokrasi naraları atıyor. Soğuk savaş döneminin sağ ve sol kalıpları arasında sıkışıp kalmış olan insanların, bu pozisyonlarını korumak için hala inatçı bir duruş sergiliyor olmaları da onları ister istemez ‘sandık demokratları’ diye tanımlamamıza sebebiyet veren bir başka garipliğe işaret ediyor. Bence bu garipliklerin temel nedeni; değişen dünyayı, küreselleşmeyi, yeni üretim ve bölüşüm ilişkilerini algılayamama sorunumuzdan kaynaklanıyor. AKP’li siyasetçiler ve yandaşları ile sadece AKP karşıtlığı yoluyla siyaset yaptığını zanneden “hep solcu” veya “hep sağcı”ların, aslında Türkiye’nin geçmişiyle kavga etme temelindeki siyaset anlayışları, bizlerin hem bugünümüzü hem de yarınlarımızı ıskalamamıza sebep oluyor ne yazık ki…
Yeni kapitalizmin, insanların yaşam kalitesini bilgi ve iletişim teknolojileri sayesinde yükselterek, en azından, bilgiye ulaşmada demokratikleşme sağladığı iddia ediliyor. Ancak yeni kapitalizm de tıpkı klasik kapitalizm gibi paylaşım adaletsizliği, işsizlik ve açlık gibi temel sorunları çözmekte yetersiz kalarak, sağlandığı iddia edilen bu demokratikleşmenin değerini yitirmesine yol açıyor. İşte, bunu okumaktan aciz “akademisyen politikacılar” dahi küreselleşmenin çağımızın en yakıcı sorunu haline geldiğini fark edemiyorlar. Üstelik, Jacques Chirac gibi muhafazakar bir politikacının, “Küreselleşme, ondan asıl yararlanan toplumların geleceğini daha iyi aydınlatıyor”sözlerini de ya görmezden geliyor ya da algılamakta yetersiz kalıyorlar.
Politik açlığını, Dersim isyanı ve 28 Şubat arasındaki zaman diliminde gidermeye çalışanların, duble yollar ve kaçak saray arasında gel git yaparak zenginleşmeleri, üstelik bunu ileri demokrasinin bir nimeti olarak pazarlamaları, doğal olarak ufka bakmayı gereksiz hale getiriyor.Dahası, bir seçim döneminde suyu olmayan bir eve Vali’nin çamaşır makinesi yardımı yapmasını da sosyal devlet olmanın gereği sanıyoruz. Buna karşın yapabildiğimiz tek eleştiri ise “Tunceli’de dağıtılan çamaşır makinelerinin neden Elazığ’dan alındığını sorgulamak” oluyor.
Bugün, kaçak sarayın iç kadrosunun, “etrak bi-idrak” yakıştırması yapan Osmanlı Enderunu’ndan farklı bir yaklaşımı olmadığını söylemek abartı mı olur sizce? Aziz Nesin’i bir tarafa bırakmayı başarsak bile, 400 yıl önce “Tanrı, Türk’e irfan pınarını yasaklamıştır” demiş olan Nef’i, tarihten silinebilir mi peki?
Yarınların, yönetenlere mi yoksa yönetilenlere mi daha pahalıya mal olacağını kestirmek zor olmasa gerek. Bu soruya cevap verme görevi ise kuşkusuz ki oy sahiplerine düşüyor. Onların, en azından bu soruya yanıt verebilmeleri gerekiyor.
http://www.radikal.com.tr/turkiye/tuncelide_susuz_mezraya_camasir_makinesi-920585