MERKEZ SAĞIN MARKSİSTLERİ

İtiraf ediniz; yazının başlığını okuduğunuzda, “Yazar saçmalama özgürlüğünü kullanmış olmalı” diye düşündünüz. Bendeki kafa karışıklığı, Çetin Altan’ın ‘cenaze namazına katılanları sağcı, katılmayanları solcu’ olarak tasnif etmesiyle başlamıştı. Zaten, öteden beri İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ soldur, sol sağdır” önermesi aklımdan çıkmıyordu. Hiç unutmam; bir defasında Türk solunun simge isimlerinden biri, İdris Küçükömer’in bu önermesine atıfda da bulunarak, koşa koşa AKP’ye katılmış, uzun bir süre bakanlık yapmıştı.  “Ülkücüyüm” diyen bir başkası da Altı Ok’lu parti bayrağı altında belediye başkan adayı olarak seçim çalışması yürütmüştü.

Demokrasi tanımı üzerinde bile henüz uzlaşılamamış bir toplumda, ‘liberal demokrat kimdir, sosyal demokrat kimdir’ tanımlamalarını yapabilmenin son derece güç olduğunu düşünürken ben; demokrasi, sağ ve sol kavramları hakkında tıpkı benim gibi kafası hayli karışık bir arkadaşımın, “Bu liberal demokratlar ‘aşırı’ demokrat oldukları için mi kendilerine liberal diyorlar?” şeklindeki bir sorusuyla karşılaştım. Dilimin döndüğünce cevap vermeye çalıştım; “Liberal demokrasi, Locke’un başlangıcını oluşturduğu Anglo-sakson demokrasi anlayışının ifadesidir. Burada esas olan, bireyin haklarının korunması olduğu için daha baştan kamu ya da toplum adına bu haklara, ölçüsü ne olursa olsun, müdahalede bulunulamayacağından yola çıkarlar” demiştim ki, “Bir dakika, bir dakika peki, sosyal demokrat kimdir?” şeklindeki ikinci sorusuyla karşılaştım.  Derhal yine beylik bir cümle ile yanıt verdim. “Sosyal demokrasi; Marks sonrası yaygınlaşan, birey haklarını esas alan, ancak özellikle ekonomik ve sosyal hakların, ortak çıkarlar adına, belli sınırlar dahilinde manipüle edilebileceğini kabul eden sistemdir” der demez sözümü keserek, “Ben kendimi bildim bileli babadan Demokrat Parti’liyim. Eğer sosyal demokrasi senin dediğin gibiyse, ben bu görüşe daha yakınım. Acaba, benim CHP’li olmam gerekmez miydi?” dedi. Kendisini rahatlatacak cevabı vermem gecikmedi; “Biliyorsun Rahmetli Menderes, DP’nin kuruluşunun açıklandığı basın toplantısında, kendisine yeni partinin CHP’ye göre nasıl konumlandırılacağını soran bir gazeteciye, ‘CHP’nin iki parmak solunda’ şeklinde cevap vermişti. Bence biz yanlış yerde durmuyoruz, CHP’liler nerede durduklarını bilmiyorlar” dedim. Bu cevap karşısında tatmin olmadığı her halinden belli olan arkadaşım, konuyu başka bir boyuta taşıdı.

“Yahu Aydın, sen hep ‘Benim sosyal demokratlığım, Deniz Baykal’ın sosyal demokratlığının bittiği yerde başlar’ deyip duruyordun, ben de seni espri yapıyor zannediyordum. Sen galiba ciddisin”diyerek, “Peki, solcu kimdir, sosyalist kimdir o zaman?” diye yeni bir soru sordu. Hemen cevapladım;“Mahalle baskısı nedeniyle ‘komünistim’ diyemeyenler kendilerini ‘sosyalist’ olarak tanımlar.  Din ile ilişkisini samimi ve ölçülü bir şekilde sürdürme eğiliminde olan, ancak  ‘sosyal demokrat’ tanımlamasını yetersiz bulanlar da kendilerine ‘solcu’ derler.” Arkadaşım, “Aydıncığım, oldu olacak bir de ‘Marksist kimdir’ tanımını yap da ben de ona göre siyasi yelpazenin neresinde durduğumu anlayayım. Zira siyasette, at izi ile it izinin birbirine karıştığı bir noktadayız. Demek ki, Sayın Kılıçdaroğlu, merkez sağa açılmakla, aslında gerçek sosyal demokratları partisine davet ediyor”dedi.

Marksizm’in, özetle ve kısaca, “eleştirel düşünce, üretim ve bölüşüm ilişkileri, insan hakları, azınlık hakları ve anti-ulusçuluk unsurlarının oluşturduğu bir değerler sistemi” şeklinde tanımlanabileceğini belirttim. Değerli bir dostumun, bu tanımda 1960’ların New Left’inin büyük rolü olduğunu belirttiğini de ilave ettim.

Soğuk savaş döneminde sağın, solun ateşinin alınması için bu ölçütlerin önemli bir kısmını kabul ettiğini, üstelik kabul etmekle kalmayıp, yerine getirilmeye de çalıştığını ifade edince, arkadaşım, “Ben zaten Çarşı taraftarıyım, her şeye karşıyım, üretim ve bölüşüm boyutunda ‘komşusu açken tok yatan bizden değildir’ diyenim, üstelik Yunus Emre’nin felsefesiyle insanlar arasında din, dil, ırk ayrımı yapmayarak ‘yaradılanı severim yaradandan ötürü’ diyen de biriyim. Acaba ben..?” dedi ve kaldı, devamını getiremedi. Lafı hemen ağzından aldım; “Tanıdığım kadarıyla sen, mesela Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreya Önder’den daha sıkı bir Marksistsin. Zira onlar, Marksist değerler sisteminin bir bütün olduğu unutmuş, perakende bir anlayışla sosyalistçilik, Marksistçilik oynuyorlar” deyince, arkadaşım önce ‘tövbe, tövbe’ dedi, sonra da hiç bir şey anlamadığını ifade etti. Hemen açıkladım;“Bunlar Kürt Ulusalcılığı yapan, Kürtlerin partisine önderlik eden sosyalist (!) Türkler değil mi? Sence bu işte bir anormallik yok mu? Bunların barış süreci yürütüyor olması yadırganmıyor.  Tekrar ediyorum; sen tanıdığım kadarıyla, son derece renkli (!) bir sosyal yaşantısı olan ve ayrıca iyi içen biri olarak, onlardan çok daha fazla Marksist olmayı hak ediyorsun” dediğimde, “O kadar da değil Aydın. Senin yaptığın tanımlara göre bugün itibarıyla ‘aşırı olmayan bir solcu’ olmayı daha çok hak ediyorum” dedi. Kesinlikle haklı olduğunu söyleyip, “Aman haa, Oral Çalışlar’ı Marksist zannedip, değerlendirme yapma. O’nun kafasını iyi karıştırmışlar.” deyip,  CHP’li Mehmet Bekaroğlu örneğini de verdim. Ciddi sosyalistler O’nun için ‘İslamcı bir adam olabilir fakat birçok sosyalist aydından daha onurlu tavırları olmuştur’ dediler. Arkadaşım, “Onlar galiba, Bekaroğlu’nu yeteri kadar tanımıyorlar” dedi. Ben de bunun üzerine, daha bir kaç ay önce Bekaroğlu’nun ‘Sağ Soma’dır, sağ işçi cinayetidir, asla sağcı olmadım’ dediğini hatırlattım. Bu cümlem üzerine arkadaşım fısıldayarak, elinin tersiyle bir işaret yaptı.

O’na son cümlem, “Yeryüzünde Marksist olmadığını itiraf eden ilk kişi Karl Marks’ın kendisiydi”oldu.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s