CHARLİE HEBDO VERSUS ALEV ALATLI

Alev Alatlı’nın “Türkiye rönesansı yaşıyor” cümlesini ilk duyduğumda kulaklarıma inanamadım. Alatlı’nın aslında söylemek istediği farklı bir şey  olmalı diye düşündüm. Birkaç gün sonra, Alatlı’nın Cnnturk’te Şirin Payzın’ın programında “Din kodlu eğitim, belki de bu zamanda devrimciliktir” dediğini de aracısız olarak doğrudan işittiğimde, kendimi sorgulamaya karar verdim. Zira, Alatlı’nın, “Aydınlanma Değil, Merhamet!” isimli kitabının ilk okumasını yapanlardan biri olarak Alatlı’yı hiç “anlamadığımı” anladım. Hemen Hazreti Google’a baş vurdum. Google kitap için şöyle yazıyor; ”…. kurgu odaklı bir roman olmaktan çok düşünsel bir romandır. Karakterlerinin konuşmaları ve olayların yorumları açısından özellikle Aydınlanma dönemini ve moderniteyi sorgular.”  Aydınlanmayı ve moderniteyi sorgulamak farklı bir şey, din kodlu eğitimi göklere çıkartmak farklı bir şey şeklindeki “ön yargımı” bir tarafa bıraktım. Zira, Alev Alatlı benim için bir cümlesi nedeniyle silinecek biri değildi. O’nu mutlaka anlamam gerekiyordu. Bu işin sonunda, AKP politikalarına ve Sn. Erdoğan’a sempati duymak riski olsa da, bunu yapmak zorunda hissettim kendimi.

Alatlı’nın sözünü anlamak için önce “Rönesans” kavramını; onu anlamak için de “demokrasi” kavramını anlamak gerekir düşüncesiyle, aklıma hemen Voltaire geldi. “Katıksız demokrasi ayak takımının despotizmidir” diyen birisi ile başlamanın doğru olmayacağını düşünüp, işi Eski Yunan’a kadar götürdüm.  İşin garibi, Aristo ve Eflatungibi filozoflar da demokrasi hakkında “ayak takımının yönetimi” ifadesini kullanıyorlardı. Alev Alatlı’yı anlamaya çalışırken, Voltaire’nin “intihalci” biri olduğu öğrenmem benim için bir kazanç oldu.

Aristo’yu, Eflatun’u ve Voltaire’i tarihin derinliklerinde bırakarak,  “Günümüzün demokrasi anlayışı nedir, ne olmalıdır?” sorusuna yanıt aradım ve şu sonuca ulaştım. “Demokrasi, bireyin seçme ve seçilme hakkının ötesinde, yaşama, özgür olma ve mülkiyet haklarını da güvence altına alan; sürekliliği, sandıktan çıkan çoğunluğun tahakkümü ile değil, çıkamayan azınlığın varlığı ve kendisini ifade hakkının korunmasıyla sağlanan siyasal yaşam tarzıdır.”

Demokrasi, batıya ait bir kavram olarak bilindiği için, demokrasinin gelişimindeki süreçleri, daha doğrusu demokrasinin geçirdiği evrimi anlayabilmek  için tekrar Hazreti Google’a baş vurdum.  Bu defa,  karşıma ilk çıkan şey bir “Endüljans” belgesiydi. 1521 tarihli bu belge ile Kilise, günahların bağışlandığını tevsik ediyor ve cennete gitme garantisi sağlıyordu. Hatta, kilise daha da ileri giderek, halka para karşılığı cennetten arazi satışları da yapıyordu. Eğer, bu bilgiye tebessüm ettiyseniz, muhtemelen siz de Alatlı’yı anlayamayacaksınız. Zira bundan 500 yıl sonrasında, 2012 yılının Türkiye’sinde de “Cennet’te satılık arazi!” ilanıyla vatandaşların dolandırıldığına tanık olunacaktı. Bir de Jet Fadıl gerçeği vardı ki, her iklimde dini kullanarak soygun yapabilen bu girişimcinin sarıklı ve cübbeli bir şekilde, dini içerikli “pazarlama” vaazlarına da şahit olunacaktı. İşte bu noktada, Voltaire’nin bir kez daha sahneye çıkarak “Batıl inanç ne kadar az olursa yobazlık da, sefalet de o kadar az olur” demiş olması, O’nun intihalciliğini görmezden gelmeme neden oldu.

Rönesansın, dinde reformun ve kapitalizmin artan egemenliğiyle birlikte modernleşmenin yönlendirici unsurlarını bir bütün olarak ele aldığımızda, cehalet, batıl inanç ve zorbalığa karşı “aklın” daha iyi bir dünyayı kurmaya muktedir olduğuna inanmamız gerekiyor. Bu nedenle, siz katılmasanız bile, moderniteyi “toplumun meşruiyetinin belirlenmesinde tanrısal otoriteye tanınmış önceliğin inkârı” olarak, diğer bir ifadeyle, “din ya da Tanrı merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerine akılve bilim merkezli toplumsal düzenlemelerin arayışı” olarak tanımlamıyorlar mı?

Demokrasi tanımının İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’yle uyumlu olması gereğinin ötesinde, bugün demokrasiyi, “aykırının – marjinalin – yaşam hakkını garanti altına alan rejim” olarak tanımladığım için, İslam dinini silahla  koruyup, silahla temsil ettiklerini zannedenlerin  adeta kutsandığı bir dönemi rönesans olarak değerlendirmeyi anlamakta zorluk çekiyorum. Bu nedenle, son 10 yıldır ülkemizdeki gelişmeleri bizzat yaşayan biri olarak, Alatlı’nın sahip olduğu bilgi ve düşünce seviyesine ulaşabilmek benim açımdan mümkün olamıyor, bu gerçeği kabul ediyorum. Ben zaten, “medeniyetler ittifakı” ve “dinler arası dialog” kavramları ile neyin kasdedildiğini de anlayamayıp, bu tartışmaya taraf olanları zaman zaman, “isim haliyle” “zibidilikle” suçlayan biri değil miyim?

Charlie Hebdo saldırısından sonra yapılan kimi “doğulu” yorumları anlamaktan aciz olduğum gibi, Alev Alatlı ile “uzman cehaleti” kelimelerini yanyana getirmek de haddim olamayacağına göre, kendi cehaletimle baş başa kalmayı tercih ederim.http://www.alevalatli.com.tr ‘deki “Uyarı”sını okumadan, O’nun hakkında veya kendiniz hakkında karar vermenizi tavsiye etmem.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s