‘Dimyat’a demokrasiye gitmek’ başlıklı bir önceki yazımda Türk dış politikasının bölgemizdeki çıkmazına değinmiş ve Türkiye’nin aktif bir şekilde taraf olduğu ülkelerdeki Rusya etkisine dikkat çekmeye çalışmıştım. Bu yazıdan sonra Suriye’de meydana gelen kimyasal silah kullanımı nedeniyle yapılması muhtemel bir müdahaleyi önleme yönündeki Rusya inisiyatifi, sadece bölgede değil, küresel ortamda da Rusya etkisinin ne denli güçlü olduğunu ortaya koydu. Dışişleri Bakanı Sn. Davutoğlu’nun şaşkınlıkla izlediği son gelişmelerle birlikte ülkemizdeki çoğu think – tank analisti ve akademisyen de Rusya’nın uyguladığı strateji karşısında adeta şapka çıkarttı.
Rusya’nın dış politikası stratejisi ve yaklaşımına uzun yıllardan beri dikkat çekmeye çalışan biri olarak, yazılarım nedeniyle zaman zaman Rus muhipliği ile eleştirildim. Ülkemizde özellikle ABD’de yerleşik kuruluşların mali destekleriyle faaliyet gösterdikleri halde, bu tür eleştiri yöneltmediğim analistler, zaman zaman ABD’nin bölgedeki çıkarlarını, milli çıkarlarımızın önüne alarak savundular. Ancak, bu analistlerin bugün, bölgedeki Rusya etkisini ve gerçeğini göz ardı edemeyecekleri bir noktaya gelmeleri, bundan böyle dış politika stratejilerimizin oluşumunda “milli çıkarlarımızı” önceliklendirmek konusunda bir şans ve önemli bir gelişmedir.
Hâlbuki dış politikamızın kısa, orta ve uzun vadeli bir perspektiflerle şekillendirilmesi sürecinde, Türkiye’nin güçlü ve zayıf yönlerini, ülkemize yönelik tehditleri ve ülkemizin önündeki fırsatları masaya koyarak yürütülecek basit bir analizle (SWOT)* bile nasıl bir strateji izlememiz gerekeceği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Sn. Davutoğlu’nun hayal dünyası ile bir türlü uyuşmayan bölge gerçeklerine ilave olarak, başta enerji başlığı olmak üzere, ekonomik açıdan “stratejik ortağımız” olarak değerlendirilen Rusya’nın Türk dış politikasında hafife alınmaması gerektiği ortaya çıkıyor. Bunun bir tercih olup olmamasını değil, milli menfaatlerimiz doğrultusunda bir zorunluluk olduğunun altını çizmeye çalışıyorum. Bölgemizde merkez ülke hatta küresel bir oyuncu olma iddiasındaki Davutoğlu’nun, Rusya’yı anlayamayan, Rusya’nın hamlelerini kestiremeyen bir uluslararası ilişkiler akademisyeni olması ayrı bir konu olmakla birlikte, Rusya’yı da kapsamayan dış politika stratejisi oluşturmak, bırakalım ciddi bir oyuncu olmayı, figüran olmamızı dahi güçleştirmektedir. Bu nedenle, dış politikada milli çıkarlara öncelik verilmesi gereği – işin doğası böyle olmasına rağmen – hayal dünyasını bırakarak, ayakları yere basan bir perspektif geliştirilmesini zorunlu kılıyor.
Bugünkü küresel ortamda, tanımında ve yorumunda değişime uğrayan SWOT analizinin, özellikle dış politikada “swOt” şeklinde uygulandığına şahit oluyoruz. Bunu tercihler değil, şartlar zorunlu kılıyor. Analizdeki “O” harfinin yani “fırsatların” daha kapsamlı olarak ele alınması ve fırsatlara odaklanılan bir dış politika stratejisi gerekiyor. İşte bu noktada, milli çıkarlarımızın hangi ülkelerle neden ve nasıl örtüştüğü de ortaya çıkıyor. Bu bölgede, Rusya ile girişilecek bir rekabetin, en azından şimdilik kaybetmeye mahkûm olduğumuz bir gerçek iken, milli çıkarlarımızla uyumlu olamayacağını vurgulamaya çalışıyorum. Hiç olmazsa, Rusya ile “tepişmeyen” bir politika uygulanmasının milli çıkarlarımıza daha uygun düşeceğini ifade ediyorum. Üstelik son olarak 12 Şubat 2013 günü güncellenen “Concept of the Foreign Policy of the Russian Federation” belgesini okuyan herkesin Rus dış politikası hakkında fikir sahibi olabileceğini belirterek.
————————————————————————————————————————————————————————————–