Stratejik Çukura Düşen Dış Politikamız

Dış politika stratejisini belirleyenler, karar alıcılar ve uygulayıcıların olaylara çok farklı açılardan bakabilmesi için, olayları değerlendirirken duygusal ve romantik yaklaşımları bir tarafa bırakarak, nesnel temeller üzerine inşa edilmiş yaklaşım sergilemeleri gerekir.

Ülkeler, dış politikalarının ana eksenini belirlerken, politikanın “milli” nitelik taşımasına ve iç politik çekişmelere konu olmayacak şekilde uygulanmasına dikkat ederler. Nitekim, demokrasi kültürü ve algısı belli bir düzeyde olan ülkelerde, dış politikanın, genellikle iç politikaya malzeme edilmediği görülür.

Türkiye’de son yıllarda yaşanan büyük değişim ve alt-üst oluşlar çerçevesinde, maalesef dış politika da günlük politik çekişmelere konu ediliyor. Dış politika öyle bir sahadır ki; iç çekişmelere konu edilmesi, uluslararası sahada o ülkenin elinin daha başlangıçta zayıf düşmesini de beraberinde getirmektedir. Örneğin, Suriye konusunda izlediğimiz dış politikanın sürekli olarak tartışılıyor olması bu açıdan somut bir örnektir.

Davutoğlu’nun dış politika yaklaşımları

Dış politikada duygu ve romantizme yer yoktur. Dış politika sokaktaki adamın hassasiyeti ile şekillendirilecek bir alan değildir. Bu noktada elitist bir yaklaşım sergilediğimin düşünülmesini istemem. Zira, en başta da ifade ettiğim gibi dış politika stratejisi çok yönlü olarak, çok farklı kaynaklardan derlenen bilgilerin değerlendirilmesi sonucu oluşturulur. Bu açıdan çoğu kez, sokaktaki adamın bilgi kaynaklarının sınırlı olmasından ötürü, sağlıklı bir değerlendirme yapamayacağının düşünülmesi olağandır. Dışişleri Bakanlıkları kadrolarının ve bakanlığı yöneten siyasilerin, kamuoyundan farklı değerlendirmeler yapmasının temelinde, işte bu duygusallıktan uzak, objektif ve milli çıkarları ön planda tutarak oluşturulan politikalar vardır.

Sayın Ahmet Davutoğlu’nun çoğu kez, sokaktaki adam mantığı ve rahatlığıyla, insani vasıflarını gizleme gereği dahi duymadan ve sürekli konuşarak oluşturduğu politikaların Türkiye’yi nereden nereye götürmekte olduğunu takdirlerinize bırakıyorum.

Elinde çantasıyla ülke ülke dolaşarak ‘arabuluculuk’ hizmeti pazarlayan ve ‘nöbetçi arabulucu’ ünvanını kazanan Sayın Davutoğlu, AKP’den önce, ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ temel değeri (core value) üzerine oturtulmuş Türk dış politikası yerine, ‘komşularla sıfır sorun, maksimum işbirliği’ olarak isimlendirilen ancak, komşularla daha çok sorun yaratmaya yol açan bir politika ile, Türkiye’yi bölgede kriz kaynağı haline getirdi. Davutoğlu, medyada yer alan hakkındaki yazıları okuduğunda başarı ve kibir sarhoşluğu yaşadı. İngilizce bilmekten başka bir vasfı olmayan yeni nesil amigo gazeteciler nezdindeki kredibilitesi onun başarılı (!) olduğunun sanılmasını beraberinde getirdi. Ama özellikle, Cengiz Çandar, Mensur Akgün ve İhsan Dağı gibi dış politika uzmanlarının hakkında yazdıkları, Davutoğlu efsanesini daha da görünür ve bilinir kıldı.

Mensur Akgün’e şimdi sormak gerekiyor. Türkiye’nin dünya sahnesindeki özgül ağırlığı artıyor mu, azalıyor mu? Sayın Akgün bir yazısında şöyle yazmıştı:

“Bir zamanlar sadece sorunlarla anılan bir ülke, artık çözümlerle anılır oldu. Son dönemde izlenen cesur siyaset sayesinde Türkiye’nin dünya sahnesindeki özgül ağırlığı ciddi bir şekilde arttı. Lübnan, Filistin, Gürcistan denince çözüm üreten ülkelerin başında Türkiye geliyor.”

ODTÜ’de uluslararası ilişkiler dersleri veren İhsan Dağı, “Dört yanımızın düşmanlarla çevrili olduğu iddialarıyla ancak militarizmin değirmenine su taşınır. Bu söylemi terk etmeden ne komşularımızla sağlıklı ilişkiler kurulabilir ne de korkulardan ve düşmanlıklardan beslenen militarizmin üstesinden gelinebilir” derken tam olarak neyi kasdediyordu acaba?

Cengiz Çandar, Davutoğlu için “hem iyi bir stratejist, hem de değerli bir taktisyen” ifadesini kullanmıştı. Umarım aynı görüşünü hâlâ muhafaza ediyordur.

Davutoğlu’nun geliştirdiğini zannettiği dış politikanın kavramsal çerçevesinin gerçekçiliği olmadığını defalarca yazdım. Davutoğlu, ‘Stratejik Derinlik’ isimli sadece kendisine başucu kitabı olabilen kitabında şu cümleleri kullanıyor: “Bir ülkenin stratejisini sadece tek eksenli bir dış tehdide göre tanımlamak ufuksuzluk, iç tehdide göre tanımlamak ise stratejik dış rakiplere koz ve kaynak sağlayan bir zaaftır.” İşte bu cümlelerle, Türk dış politikasının hangi temelde yürütülmesi gerektiğini özetleyen Davutoğlu, ne yazık ki, “komşularla sıfır sorun” ve Amerikan dostluğunun bir arada yürütülmesinin mümkün olamayacağını tahmin edemiyor.

Dış politikada Rusya’yı hesaba katmak

Benim asıl altını çizmek istediğim konu; Suriye politikamız oluşturulurken acaba hangi ölçüde Türkiye – Rusya ilişkileri ve daha önemlisi Rusya – Suriye ilişkilerinin masaya yatırıldığı noktasında. Bu iki denklem acaba hangi ölçüde değerlendirildi ve artılar ile eksiler, oluşturulan Suriye politikasına ne derece tesir etti? Keza, Türkiye – İran ilişkileri ve İran – Suriye ilişkileri de ne ölçüde ele alındı?

Malum, Türkiye ve Rusya ilişkileri adı konulmamış ’stratejik’ ortaklık şeklinde yorumlanabilecek boyutta. Özellikle enerji alanındaki ilişkiler gösteriyor ki, Türkiye, bırakın ‘bağımsız ve egemen’ bir dış politika oluşturmayı, nefes alırken bile yüzünü Rusya’ya dönmek zorunda. 12 yıldır iktidarda olan bir parti, bu gerçeği değiştirmek yolunda minik bir adım dahi atmaksızın Rusya’ya meydan okuma hevesinde.

Rusya – Suriye ilişkilerinin derinliğini anlatmaya gerek yok. Malum, iki ülke arasındaki ilişkiler, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olarak atacağı her adımda, yine dönüp Rusya’ya bakılmasını gerektirecek kadar stratejik önem taşıyor.
Rusya dış politikasının ana perspektifinin Davutoğlu ne kadar farkında, bilemiyorum, ancak başında olduğu Bakanlıkta bunu bilen çok sayıda diplomat olduğunu yakından biliyorum.

Rusya’nın bölgesel konulara ilişkin temel perspektifi, milli çıkarların etki alanının daraltılması, başka global güçlerin bölgemizdeki etki alanının artması anlamına gelir. Rusya, sadece bölgede değil tüm dünyada kaosun temel kaynağının ABD politikaları olduğuna inanmaktadır. Rusya’nın neye inandığı kuşkusuz bizim açımızdan önemli değildir diyebilirsiniz. Ancak bunu dikkate almaksızın yola çıkarsanız, dış politikada sokaktaki adamdan ya da Davutoğlu’ndan farkınız kalmaz.

Bölgede etkili ve sözü dinlenir devlet olmanın ön koşullarından birisi de, başımıza gelen her felaketten Esad’ı sorumlu tutmak anlayışını terketmektir. Esad’a yönelik eleştiri ve öfke patlamalarıyla dış politika yürütmek, ‘Türkiye’nin 3 tarafı denizlerle, 4 tarafı düşmanlarla çevrili’ diyenlerden bile daha çağdışı bir dış politika yürütülmekte olduğu anlamını taşır.

Davutoğlu’na tavsiyem, ‘Stratejik Derinlik’ kitabını toplatması ve Türk halkından özür diliyerek istifa etmesidir. Ancak bu davranışının Yüce Divan’da hesap vermeyeceği anlamına gelmeyeceğini de belirtmek isterim.

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s