Türkiye ve Rusya’nın uzun yıllardan beri rekabetten ortaklığa giden yolda attıkları sabırlı adımların sonucu olarak başarılan bugünkü işbirliği seviyesi, birçok ülkeyi kıskandıracak ölçüde çeşitliliğe ve derinliğe sahiptir.
Bununla birlikte, Putin’in 3 Aralık 2012’de gerçekleşen yarım günlük ziyaretinin, iki ülkenin Suriye’ye yönelik politikalarının gölgesinde kaldığını ifade etmeliyiz. Hatırlanacağı üzere, Putin 14-15 Ekim tarihlerinde Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) 3. toplantısı için Türkiye‘ye gelecekti. Sağlık gerekçesiyle ertelenen bu ziyaretin gecikmeli olarak gerçekleşerek sadece yarım güne sığdırılmasının, Suriye sorunundan kaynaklanan bir gelişme olduğunu belirtmek gerekiyor.
Türkiye ve Rusya, aralarındaki siyasi bir sorun nedeniyle değil de, üçüncü bir ülkeye yönelik dış politika yaklaşımları nedeniyle ilişkilerinde sonbahar havası yaşıyorlar. Kuşkusuz, Suriye krizi iki ülke arasındaki ilişkileri bozacak nitelikte değil, ancak özellikle ekonomik ilişkilerdeki gelişmeyi yavaşlatabilecek bir sorun olarak karşımızda duruyor. Gerçi, Türkiye ve Rusya, mevcut ve düzeyli ilişki seviyesini geriletecek bir adım atmamak için gerekli “sorumluluğu” gösteriyorlar, ancak Suriye özelinde “tek bir seçeneğe” bağlı çözüm anlayışlarında direnmekten de uzak kalmalılar. Zaten, büyük devlet olma iddiasındaki ülkelerin böyle bir davranış sergileyebilmeleri gerekiyor.
Putin ziyareti vesilesiyle, malum çevreler, Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret rakamlarına atıfla, Türkiye aleyhine görülen açığa olumsuz anlamlar yükleyerek, “enerjide Rusya’ya bağımlı” olduğumuz tekerlemesini yine gündemde tuttular. Oysa, Mavi Akım’dan gelen 16 milyar metreküp doğal gazın yarısının İtalyan ENİ’ye ait olduğunu ifade etmekten ısrarla kaçındıkları gibi, Merkez Bankamız kaynaklarında açıkça yer alan yaklaşık 5 milyar dolarlık bavul ticareti hacmini de görmezden gelmeye devam ettiler. Karşılıklı bağımlılığa vurgu yapmak yerine, tek taraflı bağımlılık söyleminde bulunmalarının ne gibi pratik bir yararı olduğunu anlayabilmek güç olmakla birlikte, bu çevrelerin karşı çıkmalarına rağmen Türk – Rus ilişkileri gelişmeye devam ediyor.
İki ülke arasındaki ilişkiler finans ve bilişim sektörlerini de kapsayacak şekilde daha da gelişiyor. Karşılıklı yatırımlar çeşitlenerek hızla artıyor. Savunma sanayi, yeni işbirliği alanı olarak karşımıza çıkıyor. Putin’in basın toplantısında Patriotlar konusunda kullandığı “teknolojik olarak eski sistem” ifadesini, özellikle S-400 savunma füzeleri ile ilgili yeni ve kapsamlı bir işbirliğinin habercisi niteliğinde bir cümle olarak yorumlamalıyız. Bilindiği gibi, ülkemiz, hava savunma sistemleri alım sürecinde bulunuyor. ABD’nin Patriotları ile Rusya’nın S-300 ya da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ısrarla talep ettiği S-400’leri arasında geçecek yarışta, neden S-400’ler tercih edilmesin ve Türkiye’de ortaklaşa üretilmesin?
Masadaki konulardan biri de meşhur ‘Mavi Akım’dı. Ruslar, ısrarla bu projenin geliştirilerek, 3. ülkelere de gaz satışının imkân dâhilinde olduğunu vurguluyorlar. Ancak Rus tarafı, enerjide dışa bağımlı olduğu bilinen ülkemizin, enerji alanında Rusya ile rekabet arayışında olmasının nedenini anlamakta sanırım güçlük çekiyor.