Türk medyasında yer alan bilgilere göre, Rusya, Esad’dan ümidini kesmiş ve Esad sonrası dönem için arayış sürecinde bulunuyormuş. Hatta, Milliyet Gazetesi’nde köşe yazarı bir hanımın CNN Türk’te belirttiğine göre, “Rusya bu süreçten yüzü kızarmadan çıkmanın peşinde” imiş. Anlaşılan, sadece Hariciyemizde değil, medyada da Rusya’nın dış politikasına yönelik batı kaynaklı bakış açısı ve sığ analizler devam ediyor.
Rusya da, dış politikada asıl olanın “ulusal çıkarlar” olduğunun bilincindeki küresel bir güç olmanın gereklerine uyarak, Suriye konusunda “tek seçenekli” politikadan uzak duruyor. Hatta sadece ülkemize özgü “siyah veya beyaz” anlayışın ürünü olan “Esad ya gidecek, ya gidecek” sloganının, ülke çıkarlarıyla değil de, olsa olsa çeşitli komplekslerin tedavisi peşindeki politikacıların yaklaşımı olduğunu da biliyor.
Eski Sovyet coğrafyasındaki gelişmeleri düz bir mantıkla anlamaya çalışan ABD ve Avrupa Birliği gibi Türkiye de, Rus dış politikasını okuma ve anlayabilme güçlüğü içerisinde bulunuyor. Rusya’nın Suriye politikasının temelinde de aynı perspektifin bulunabileceğini algılamakta güçlük çekiyor. Birkaç cümle ile geçiştirilen, “Rusya’nın, Suriye’de deniz üsleri var” gerçeğinin gerisinde, Türkiye’nin ulusal çıkarlarındaki önceliklerin neler olması gerektiğine işaret eden unsurların bulunduğu üzerinde durulmuyor bile. Biz, uzun süreden beri Esad’ın ve Suriye’nin geleceğine odaklanmışken, bölgedeki “fırsat” temelli gelişmeleri görmezden gelme aymazlığını sürdürüyoruz. Köklü bir dış politika geleneği olan Rusya’nın bu süreçte, burnumuzun dibinde nelerle meşgul olduğunu anlayabiliyor muyuz?
Bu noktada, Rus gazına bağımlılıkta AB’den bile daha ileride olan Türkiye’nin, bölgede Rusya ile işbirliğinden özenle kaçınıp, Batı’nın çıkarları paralelinde Rusya ile rekabete soyunmasını anlayabilmek için özel bir eğitim almış olmak gerekiyor. Türkiye’nin enerji oyununda takınmaya çalıştığı tavrı, Putin, büyük bir ihtimalle espri olarak algılıyor. Aksi takdirde, Türkiye’nin çıkışları ciddiye alınmış olsaydı, şimdiye kadar gerekli mesajlar çoktan verilmiş olurdu.
3 Aralık günü gerçekleşen Putin’in 5 saatlik Türkiye ziyaretinden birkaç gün sonra Anapa’da, Güney Akım projesinin ilk kaynak töreni gerçekleştirildi. Bilindiği gibi, bu proje 16 milyar Euro’luk maliyetle, Rus gazını (63 milyar metreküp) Karadeniz’in altından Avrupa’ya ulaştıracak. Boru hattının bir kısmı, 2 bin 250 metre derinlikte Türkiye’nin Karadeniz’deki münhasır ekonomik bölgesinden geçecek.
Boru hattına yapılan ilk kaynak töreninde Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da yer aldı. Yıldız, ‘Ben Nabucco’nun tabutunun çivisinin çakıldığına inansaydım herhalde burada olmazdım. Güney Akım projesinin güney koridoruyla ilgili paketin önemli parçası olduğuna inanıyorum. Güney koridorunda, Nabucco gibi TANAP gibi Güney Akım gibi projeler var. Bu yüzden bu proje demetleri arasından öncelikleri değerlendirmek gerekiyor. Kısa vadede birbirinin rakibi gibi görünse de bunların orta vadede birbirinin rakibi olmadığını görüyoruz. AB talep ve ihtiyaçlarına baktığınızda benzer 3-4 tane projeye daha ihtiyaç var. Biz o yüzden projeler demetine olumlu bakıyoruz’ dedi.
Taner Yıldız’ın törende yer alması, iki ülke ilişkileri açısından son derece önemli bir gelişme. Sayın Bakan’ı bu törene katıldığı için kutluyorum.
Türk tarafı, Ruslarla müzakere sürecine girerek, bu proje konusunda da işbirliği arayışlarını ne denli değerlendirdi, bilemiyorum, ancak Rusların, Güney Akım yerine, Mavi Akım’a paralel yeni boru hatlarıyla, Samsun’dan itibaren Türkiye toprakları üzerinden, Batı’ya ulaşacak gaz hattı döşenmesi için uzun süredir çaba sarf ettiklerini biliyorum. Yatırım maliyeti açısından daha fizibil olan bu yatırımla Türk–Rus ilişkileri ve özellikle Rusya’nın Türkiye’ye bağımlılığı daha da pekiştirilebilirdi. Aslında, bu önerinin Ruslardan önce Türkiye tarafından masaya getirilmesi gerekiyordu. Bu sayede belki de, Suriye’ye yönelik politikamızın oluşmasında Rus katkısını da arkamıza alarak amacımıza ulaşabilirdik.
İlk kaynak töreninin yapılmasının, projenin kesin olarak gerçekleştirileceği anlamına gelmediğinin bilincinde olarak, bu konuda Ruslarla müzakere masasına oturamaz mıyız? Putin, İstanbul’da bu konuyu bir kez daha gündeme getirdi mi acaba?..