AKP’nin İsrail Siyaseti, Türkiye’yi Orta Doğu Barış Sürecinden Dışlıyor
İsrail’in başta Gazze olmak üzere, işgal edilmiş Filistin topraklarındaki siyasetini eleştirmek ayrı bir meseledir, İsrail ile ilişkilerin karşılıklı saygı ve güvene dayanarak sürdürülmesini sağlamak ayrı bir meseledir. AKP, bu dengeyi tamamen yitirmiştir.
İsrail ile ilişkiler konusunda, başta Başbakan Erdoğan ve Davutoğlu olmak üzere izlenen siyaset, ülkemizin Orta Doğu’da oynamaya aday olduğu ve oynayabileceği yapıcı role gölge düşürmektedir.
Kısa süre önce İsrail ile yaşanan ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Ayalon’un Tel Aviv Büyükelçimizi kabulü sırasında baş gösteren diplomatik nezaketsizlik krizi, olması gerektiği diplomatik yollarla çözülmüştür.
İsrail tarafı Türkiye’den yazılı olarak açıkça özür dilemiş ve Türk Milletine de saygılarını iletmiştir. Bu kriz sırasında Türk Devleti bundan önceki bazı benzer nahoş hadiselerde olduğu gibi, bu defa da köklü diplomasi geleneğinin öğrettiği şekilde ve saygın
devlet olmanın icaplarınca hareket etmiştir. Sorunun bu şekilde hallinde Hükümetin, basınımızın, muhalefetimizin ve kamuoyumuzun aynı hassasiyeti sergilemesi memnuniyet verici bir tablo sergilemiştir. Hariciyemizin sağlam geleneğinin yaşadığını da bir kere daha gözler önüne sermiştir.
İsrail ile ilişkilere daha uzun vadeli bir perspektifte ve Türkiye’nin yüksek çıkarları açısından bakmakta yarar vardır. Türkiye, sadece bir Orta Doğu ülkesi değildir; aynı zamanda Orta Doğu’daki güçlü bir Batılı ülkedir. Türkiye’nin Orta Doğu’daki gücü, itibarı ve tesiri, hem bu coğrafyada birlikte yaşanmış uzun bir tarihi mirastan, hem de AB yolunda yürüyen, köklü bir NATO üyesi, bölgenin nadir demokrasilerinden biri olması gibi unsurlardan kaynaklanmaktadır.
Türkiye’nin çıkarları Orta Doğu’da kalıcı, âdil, yaşanabilir, vicdanî ve demokratik bir barış ve işbirliği ortamının kurulmasından geçmektedir. Orta Doğu sorunu çözülmez ise bu bölge bırakın 21.yüzyıla kavuşmayı, daha 19.yüzyıldan kendisini kurtaramayacaktır.
Zira, bu sorun Osmanlının tasfiye edilmesi sürecinin yanlışlığından kaynaklanmıştır. Dolayısıyla, bu sorunun çözümünde Türkiye’ye özel bir manevi sorumluluk da düşmektedir.
Türkiye, eğer bu sorunun çözümünde arabulucu olacak ise sorunun bütün taraflarıyla yakın ve yoğun münasebet içinde olacaktır. Türkiye’nin kardeşleri olan Arap alemiyle yakın dostluğu doğal, manevi ve tarihi bir zorunluluktur. Türkiye’nin kuruluşundan
itibaren İsrail ile kurduğu ilişkiler de tarihi, manevi ve jeopolitik bir gerektir.
Dolayısıyla, gerek jeopolitik gerçeklik, gerek tarihi sorumluluk ve gerekse mevcut küresel siyasetin bir gereği olarak Türkiye, Orta Doğu’da taraflar arasında adil, tarafsız ve itibarlı bir arabulucu olmak zorundadır. Oysa, AKP döneminde Türkiye, bu özelliğini tamamen yitirmiştir. Nitekim gelinen noktada, Suriye devlet başkanı Beşar Esad bu gidişle Türkiye ile İsrail arasında
arabuluculuğa soyunacaktır.
Son krize gelinirken yaşanan süreci göz önünde bulundurduğumuzda sormamız gereken soru, İsrail ile ilişkilerimizi imha edip etmeyeceğimiz ve bunun ne denli isabetli olup olmayacağıdır.
İsrail’in Filistin meselesindeki tutumunu gerektiği zamanlarda geçmiş ve mevcut hükümetler daima eleştirmiş ve zaman zaman da keskin tavırlar almışlardır. 1979’da zamanın Demirel Hükümeti tarafından ilişkilerimiz en düşük seviyeye kadar indirilmiştir.
Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra ise, Orta Doğu’da barış için yeni bir fırsat yakalanmış, Türkiye de İsrail ile ilişkilerini en üst seviyeye yükseltmiştir. Bu ilişkilerin sağlam, karşılıklı güvene dayanan bir zeminde yürümesi, bütün Orta Doğu halklarının menfaatinedir, zira Türkiye bu bölgenin tüm halklarının dostu, kardeşidir. Dolayısıyla, İsrail’in başta Gazze olmak üzere, işgal edilmiş Filistin topraklarındaki siyasetini eleştirmek ayrı bir meseledir, İsrail ile ilişkilerin karşılıklı saygı ve güvene dayanarak sürdürülmesini sağlamak ayrı bir meseledir. AKP bu dengeyi tamamen yitirmiştir.
Hedef, Orta Doğu’da kalıcı barışa yapıcı katkıda bulunabilmektir. Eğer Türkiye, taraflar arasında tüm bölgede arabulucu rolü oynayacak ise, Türkiye’yi yönetenler günlük, kısa vadeli ve hissi tepkileri azamide tutarak sokağın, kamuoyunun radikalleşmesine ve aklı selimi kaybetmesine engel olabilmelidir. Devletler arasında gerginlikler olabilir. Ama önemli olan halklar arasında düşmanlık doğurmamak ve birbirlerine karşı husumet beslemelerine engel olmaktır. AKP’nin tetiklediği ve halkları birbirleriyle karşı karşıya getiren ve kalıcı husumetleri besleyen dış siyaset yanlıştır, tehlikelidir.
Öte yandan Türkiye’nin Orta Doğu Barış Sürecinde yapıcı bir rol oynayabilmesinin bir şartı nasıl ki İsrail ile Filistin’in güvenini kazanmış bir ülke olması ise, bir diğer şartı da Filistin’deki siyasi iktidarın iki unsurunu teşkil eden Fatah ve Hamas ile benzer nitelikte bir ilişki geliştirmesidir. Oysa ki iktidar partisi içinden kaynaklanan eğilimlerin Türk dış politikasına hâkim olması neticesinde, ibre tamamen Hamas’a kaymıştır. Bu da Orta Doğu Barış Sürecinin başarıyla tamamlanması bakımından en kritik faktörlerden biri olan Filistin içi uzlaşmazlıkların aşılmasında Türkiye’yi sahne dışına itmektedir (Kaynak; Stratejik Derinliğe Düşen Türk Dış Politikası)