Türk Sorunu Yaratmak! Haber3, Ağustos 2009

http://www.haber3.com/turk-sorunu-yaratmak-105199y.htm

AKP’nin yeni açılımı ilgi ve dikkatle izleniyor. Kürt sorunu çözüm aşamasına geldi mi? CHP ve MHP’nin sert tavırlarıyla, acaba, bir sorunu çözüyoruz derken, başka bir sorun mu yaratılıyor? AKP’nin oy oranı kadar oy oranına sahip olan CHP ve MHP’nin yaklaşımlarını ciddiye ve dikkate almayalım mı?

Bu gelişmeleri dışardan izleyen bir yabancı zanneder ki, Kürtler ve Türkler bu topraklarda birlikte hiç yaşamamışlar. Sanki, bu iki topluluk bin yıllık kardeş değil. Açılım yapalım derken, galiba Türkiye’nin temeline dinamit koyuyoruz. Varılacak sonucun herkesi tatmin etmeyeceği bugünden anlaşılıyor. Yeni ve daha ciddi bir sorun yaratma arifesindeyiz.

İçişleri Bakanı, muhataplarıyla ne konuşuyor? Hangi konularda muhataplardan görüş talep ediyor? Neden, İçişleri bakanımız bu süreci yönetiyor? Neden, bu süreçte AKP Mersin milletvekili Zafer Üskül’ün adı geçmiyor? 2006 yılında TUSİAD için bir çalışma yapmış olan Üskül, Kürt sorununun çözümünde etkin ve yetkin bir isim değil mi? Erdoğan O’nu neden arka planda tutuyor? Tepkiler daha artar diye mi korkuyor? Sayın Üskül, sivil toplum Kuruluşları ve sözde liberal aydınların bugüne kadar neler söylediklerini derli toplu olarak, kısa sürede kamuoyuna sunamaz mı? Yoksa, çözüm diye ortaya konulan sürecin ana stratejisi belirlendi de, bunları DTP’ne mi söyletmeye çalışıyorlar?

İmralı’dan yapılacak açıklamalar, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın önceden atmış olduğu adımlardan ötürü, gölgede mi kalacak? AKP, niçin sorunun çözümünde milli mutabakat aramak yerine, kendi bildiğini okumaya devam ediyor?

Bugün Türkiye’de ne olup bittiğini daha iyi anlayabilmek için, en iyisi, en başından itibaren Kürt sorunu denilen sorun nasıl bir evrim geçirmiş ona bakmak gerekiyor. Bugün süpriz açılım yapanlar hangi fikri, hangi yılda nereden almış ona bakalım.

‘Kürt yoktur, dağ Türk’ü vardır. Karlı dağlardan inerken kart, kurt sesleri çıkarttıkları için onlara Kürt denmiştir’(Kenan Evren) ifadesi kullanıldığı tarihlerde başlayan Kürt sorunu dediğimiz sorun, 1991 yılında Başbakan Süleyman Demirel’in Diyarbakır’da, “Kürtlerin varlığını tanıyoruz” demesiyle yeni bir boyut kazanmıştır. 1992 yılında rahmetli Adnan Kahveci’nin “Kürt sorunu nasıl çözülmez’ başlıklı raporuyla farklı bir şekilde ele alınmaya çalışılan sorun, Rahmetli Özal tarafından, 1993 yılında Verso firmasına araştırtıldı. Ancak, araştırma sonuçları bugüne kadar açıklanmadı.

1993 – 2000 yılları arasında terörle yoğun bir mücadele süreci yaşadı. Kimilerine göre, terör bitme noktasına getirildi.

2001 yılında, Mesut Yılmaz’ın ‘Avrupa Birliği yolu Diyarbakır’dan geçer’ cümlesi geniş tartışma yarattı.

2005 yazında Erdoğan Diyarbakır konuşmasında, “Kürt sorunu, bu ülkenin Başbakanı olarak herkesten önce benim sorunumdur” dedi. Sorunları “daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla çözeceklerini” belirtti.

26.08.2005 – Oktay Vural (MHP), ‘Türkiye’de Kürt Sorunu vardır diyerek bölücülerin ve bölücü terör örgütü PKK’nın amacı ve hedefi AKP tarafından benimsenmiştir’ dedi.

28.08.2005 – Erkan Mumcu, “Kürt Sorunu tanımlaması yanlıştır” dedi.

2006 Sonbahar, ‘DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, Türkiye’nin terör meselesini aşabilmesi için tüm imkanların bugün mevcut olduğunu belirterek, ”Asker gibi, ‘Biz sonuna kadar öldüreceğiz, kimseyi bırakmayacağız’ diyen bir siyaseti benim anlayabilmem mümkün değil” dedi. Ağar, Ege Anadolu Sivil Toplum Birliği’nin (ESTOB) düzenlediği ”Orta Doğu ve Türkiye” konulu toplantıda yaptığı konuşmada, tartışma yaratan ”dağda silahla gezeceğine düz ovada siyaset yap” sözüne ilişkin açıklamalarda bulundu.

Ekim 2006 – Baykal : Bir muhalefet partisinin genel başkanının, “dağda silah atmak yerine, ovada siyaset yapsınlar” yönündeki açıklamasının, iyi niyetli ve temiz bir düşünce olduğunu belirten Baykal, şöyle konuştu: “Dağda çiçekler açsın, böcekler dolaşsın, kelebekler uçsun… Bunlar güzel ama Türkiye’nin yaşadığı gerçekler var, 30 bin vatandaşımız var. Sayın Genel Başkan, ‘Yanlış anlaşıldım, Baykal beni anlamadı’ dedi. Sayın Başkan, yanlış anlaşılmadınız, yanlış konuştunuz, tıpkı Papa gibi. Ovada siyaset olsun, güzel temenni. Dağda terör yapan ile ovada siyaset yapan birbirine karşı mı, alternatifi mi? Aynı projenin hizmetinde, ikisini de birleştiren siyasi proje var, bu proje için çalışıyorlar. DEHAP’tan, DTP’ye kadar PKK’nın uzantısı siyaset yapıyor. Bunları görmüyor muyuz? Dağdaki, aşağıdakiyle birlikte el ele çalışıyor. Proje tek; Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü parçalama projesi…

Başbakan Erdoğan’ın PKK uzantısı olarak gördüğü DTP ile görüşmediği yıllar ve ardından Kürt açılımı.

Erdoğan’ın AKP genel başkanı sıfatıyla DTP ile görüşmesi. Görüşmede Hükümet mensubu İçişleri Bakanı da bulunuyor…

Cumhurbaşkanının verdiği işaret ile eski yerel isimlerin kullanılması ve Erdoğan’ın ağlatan duygu yüklü konuşması….

Aşağıda 1995 yılından itibaren Doğu sorunu diye başlayıp, Kürt sorunu olarak tanımlanan sürece ilişkin bir bilgi notu sunuyorum. Vakit bulup incelediğiniz takdirde, bugün ele alınan konular hakkında detaylı bilgilere sahip olacaksınız. Kürt sorununun geçirdiği evrim, Türkiye’nin demokrasi mücadelesindeki performansının çok üzerinde seyrediyor. Bugün Türkiye’nin içerisinde buunduğu iktisadi şartlar, maalesef ‘ daha fazla demokrasi’ sloganını anlamsızlaştırıyor.

———————————————–

1995 yıında, TOBB tarafından, Prof.Dr.Doğu Ergil’e hazırlatılan ‘Doğu Sorunu başlıklı rapor, DGM’den alınan ‘görülmüştür’ izniyle yayımlandı.

Ergil’in önerileri incelendiğinde, daha O yılda;

1–Terörizm salt bir aşayiş sorunu değildir. Karmaşık nedenlerin sonucudur.
2-Terörist anında infaz edilmemelidir. Mutlaka yargılanmasının sağlanması gerekir.
3-Terörist hayal dünyasında yaşar. Zihninde sadece kahramanlar ve hainler vardır. Misyon kutsaldır. İnsanlar ise, araç ve değersizdir.
4-Devlet hukuksal bir kurumdur. Terörizm diktatorya taşıyan bir çekirdektir. Diktatorya hevesi küçültülmelidir. İnsanların devlet ile terör örgütü arasındaki uygulama ilke ve farklılıklarını görmesi gereklidir.
5-Devlet de, terör de halkı kazanmak ister.
6-Terör sadece kolluk güçlerinin işi değildir. Tüm toplumun sorumluluğundadır. Ancak, sosyal direnişle yenilebilir.
7-Şiddet sonrası dönemde nasıl bir arada yaşanılacağı iyi düşünülmelidir.
hususları vurgulanmıştır.
Belirtilen çalışma kapsamında 1264 denek üzerinde yapılan araştırmayla (Diyarbakır, Batman, Mardin, Adana, Mersin, Antalya), katılımcılara sorulan, ‘Nasıl bir siyasi yapı düşünürsünüz?’ sorusunun yanıtı ; Federasyon % 40, Yerel idare reformu % 18, Kürt devleti % 12, diğer % 11’dir.
1997 yılında TUSİAD tarafından, Prof.Dr. Bülent Tanör’e hazırlatılan, ‘Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri’ isimli çalışmada ise;
1) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi,
2) Her türkü ırk ayrımcılığının kaldırılması hakkındaki Sözleşme,
3) Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi haklar Uluslararası Sözleşmesi,
4) Çocuk hakları sözleşmesi, Paris şartı, Kopenhag Belgesi vb. ışığında, aşağıdaki saptamalar yapılmıştır.
1 – Özel Adlar : Kişilik hakkıdır, ad koyma serbestliği tanınmalıdır. Milli kültür kayıtlamasına son verilmelidir.
2 –Yerleşim yerleri adları konusunda mutlaka değişiklik yapılmalıdır.
3- Dil yasakları kaldırılmalıdır.
4 – “Ana dil” konusunda Anayasa md.42 ve 2923 sayılı yasadaki mantık ve bilim dışı ifadeler değiştirilmelidir. Olanaklar nispetinde herkese kendi ana dilini okulda ve/veya okul dışı kurumlarda öğrenebilme ve geliştirebilme hakkı tanınmalıdır.
5- Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü : Terörle mücadele kanunu’nu 8. Maddesi mutlaka yürürlükten kaldırılmalıdır.
6- Basın, yayın ve Sanat ürünleri : Mevcut yaklaşım değiştirilmelidir.
7-Dernek faaliyetleri : Dernekler Kanunu md. 5/6 ile 6/4 mutlaka yürürlükten kaldırılmalıdır.
8-Radyo ve TV yayınları : TRT Kanunu’nda değişiklik yapılmalı ve Türkçe’den başka dillerde yayın olanağı da sağlanmalıdır.
9-Siyasi Partiler Kanununda değişiklik yapılmalıdır.
Raporun hazırlanmasından 2 yıl sonra, 1999 yılında, TUSİAD, Prof.Dr. Bülent Tanör’e, “Türkiye’de Demokratik Standartların Yükseltilmesi, Tartışmalar ve Son Gelişmeler’ başlığı altında yeni çalışma yaptırarak, yukarıda belirtilen konulardaki gelişmeleri değerlendirmiştir.
1 – Özel Adlar : İçişleri Bakanlığı bu konuda bir engel olmadığı ifade etmiştir.
2 –Yerleşim yerleri adları : Bu konuda bir ilerleme yoktur.
3- Dil yasakları : Tamamen ortadan kalkmalıdır
4- “Ana dil” nedir? : Bu konuda serbesti sağlanması önerilerinde artış vardır.
5- Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü : Sorun devam ediyor.
7- Basın, yayın ve Sanat ürünleri : Serbesti konusundaki önerilerde artış vardır.
8-Dernek faaliyetleri : Serbesti konusundaki önerilerde artış var…
9-Radyo ve TV yayınları : Yurt dışı yapılan çeşitli yayınlardan sonra, öneri daha anlamlı hale geldi.
10-Siyasi Partiler : Değişiklik yok, Demokratik Kitle Partisi kapatıldı.
2006 yılına gelindiğinde, TUSİAD’ın bu defa, Prof.Dr. Zafer Üskül’e, ‘Türk Demokrasisinde 130. Yıl’ başlıklı bir çalışma yaptırtdı. Halen, AKP Mersin Milletvekili olan sayın Üskül, Bülent Tanör’ün yukarıda sunulan çalışmasının yöntemini benimseyerek, belirtilen başlıklarda bir güncelleme gerçekleştirmiştir.
1 – Özel Adlar : Serbestlik Sağlandı…
2 –Yerleşim yerleri adları : İlerleme yok
3- Dil yasakları : Tamamen ortadan kaldırıldı.
4- “Ana dil” nedir? : Bu sorun ortadan kalkmış sayılmaz. En azından seçimlik ders olmalıdır.
5- Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü : Düzenlemeler yetersiz. Hükümler gözden geçirilmeli.
6- Basın, yayın ve Sanat ürünleri : Olumlu adımlar atıldı, atılıyor
7-Dernek faaliyetleri : Dernekler artık kurulabiliyor.
8-Radyo ve TV yayınları : Sınırlı da olsa kullanılmaya başladı..
9-Siyasi Partiler : Siyasi partiler kanununun 81. maddesi kaldırılmalıdır.

2008 yılında, Ankethane şirketi DTP için Doğu Ergil danışmanlığında bir anket gerçekleştirdi. (Kürt sorunu nasıl çözülür? Prof. Doğu Ergil’in Tempo Dergisi söyleşisi 23 Eylül 2008)

65 il ve ilçede toplam 14 bin 243 kişiyle yapılmış bir ankete göre,
95’teki sonuçlara göre milliyetçiliklerin keskinleştiğini söyleyebiliriz. Bir kere araya onca yıl boyunca giren kan var. Fakat tüm provokasyonlara rağmen geniş anlamda bir Türk-Kürt çatışması yok, buna karşı bir istek de yok. Bu çok önemli. Bunun üzerinde uzun uzun düşünmeliyiz.

Neden yok sizce? Çatışmayı önleyen ne?

İki grup var. Biri DTP, PKK çizgisi. Bunlar kimlik üzerinden siyaset yapıyor. Ben bunlara “Siyasal Kürtler” diyorum. Bunların dili şiddetle yüklü. Kürtçülük yapıyorlar. Bir de hiçbir şekilde şiddeti siyaset aracı olarak görmeyen bir kitle var. Kimlikleri konusunda duyarlı olsalar da siyasetin temeline kimliği oturtmuyorlar bu Kürtler. Ben bunlara “Kültürel ya da Tampon Kürtler” diyorum.
Bunları siyasette kim temsil ediyor?
Aslında hiç kimse. Ama genellikle AKP’ye oy vermişler. Yani kendilerine has Kürt kimlikli bir partileri yok.
Neden kültürel Kürt bunlar?
Çünkü kendilerini Kürt olarak görüyorlar ve Kürt olarak kalmaya kararlılar. Fakat Türkiye Cumhuriyeti’ne entegrasyonu siyasetlerinin ana hedefi olarak görüyorlar.

Kürt kimlikleri nerede?

Dillerinde, hislerinde, adlarında..
Kültürel Kürtlerin şikayetleri neler?
Doğu’dakilerin büyük şikayetleri var. Bir kere orasının Türkiye’nin eşit bir bütünü olmadığına inanıyorlar. İkincisi dışlandıklarına inanıyorlar. Adlarını değiştiriyorsunuz, dillerini kullandırtmıyorsunuz. Kürt olmanın bedel ödeyerek mümkün olduğunu düşünüyorlar. Batı ise bunu bilmiyor. Bilmediği için de kızıyor. Nereden çıktı bu Kürtler diyor?
Kültürel Kürtler ile siyasal Kürtlerin şikayetleri arasında ne
gibi farklar var?
Siyasal Kürtler kimlik üzerinden siyaset ürettiği için ayrımcılık yapıyor. DTP hep Kürtler için politika üretiyor, ülkenin bütünü için hiçbir şey söylemiyor. Ancak şikayetleri arasında fazla fark yok bu iki grubun. Kürt olmanın ağırlığını ikisi de hissediyor. Ama kültürel Kürtler bütünleşmekten yana. Kürtlüklerinin kabulü ve saygı görmesi karşılığında bu ülkeye sadakatle bağlı olduklarını her fırsatta söylüyorlar. Ötekilerin sadakati ise pazarlığa bağlı.
Nedir pazarlık şartları?
Af ve özerklik örneğin. İstekleri hep siyasal nitelikli. Ötekiler ise yaşamsal taleplerde bulunuyorlar. Ama ikisinin ortak noktası Kürt kimliğinin kabulünü istemeleri. Oysa Kürt kimliği şimdiye kadar hep reddedilmiş.
Kürt kimliğini tanımanın içine neler giriyor?
Bütün mesele bu. Dağa gitmeyi engellemek için şiddetin bir siyaset aracı olarak kullanılmasını engellemek lazım. Bunun için kültürel Kürtler’i muhatap almalıyız. Madem ayrılmak istemeyen geniş bir kitle var. Bizim muhatabımız onlar. Onları karşımıza alıp sormalıyız.
Kültürel Kürtler ellerindeki böyle büyük gücü neden kullanmıyorlar?
PKK bunları sürekli tehdit ediyor, hatta öldürüyor.
DTP’nin içindeki ılımlı kanat niye kendi ayırıp, daha geniş bir kitleye hitap etmeyi seçmiyor? PKK korkusundan mı?
Bir tarafta, PKK diğer tarafta devlet korkusundan.
Ama devlet DTP’yi kabul ediyorsa daha yumuşağını neden kabul etmesin?
DTP de Meclis’e normal yollardan girmedi ki. DTP kayalar arasından çıkan bir bitki gibi. O yüzden kültürel Kürtler iki arada, bir derede. Bir taraf uçurum, öbür taraf sert kaya.
Kimlikler konusunda bir ilerleme olmazsa kültürel Kürtler’den
siyasal Kürtler’e doğru bir kayış olur mu?

Olur tabii. belki de oluyordur. Bilemiyoruz ki. Bu konular araştırılmıyor maalesef. Kürt varlığını kabul etmediğimiz için ilerleme olmuyor.
Olsa bile çoğunluk kültürel Kürt değil mi? Dolayısıyla çok sabırlı bir topluluktan bahsediyoruz o zaman?
Evet, ve bunun sebebi son dönemdeki iyileşmeler ve AB perspektifi. Kürtler bir gün Avrupalı olacak bir devletin vatandaşı olmanın mutluluğundalar. Bu umut kaybolursa ayrışma gerçekleşebilir. O yüzden bir an önce aklımızı başımıza toplayıp tampon Kürtleri köprü haline getirmeliyiz..(Kaynak: Tempo Dergisi)

Anket sonuçları :
KÜRT-TÜRK DEĞİL, KÜRT-KÜRT AYRIŞMASI VAR
Araştırma Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki Kürt halkının net olarak iki gruba ayrıldığını ortaya koyuyor. Bir ‘Türk-Kürt ayrışması’ beklenirken, tam tersine bu ayrışma Kürtler arasında yaşanmış. Bu ayrışma silahlı çatışma ve örgütsel bağın meydana getirdiği ‘radikalleşmiş bir grup DTP odaklı küme’ ile onun karşısında ‘radikalizmi ve silahlı çatışmayı benimsemeyen bir başka Kürt grup’ oluşturmuş. Araştırmacıların ‘ılımlı küme’ diye tabir ettiği bu Kürtleri Doğu Ergil, ‘tampon Kürt nüfusu’ diye tanımlıyor. ‘PKK terör örgütü müdür, amacı vatanı bölmek midir? DTP PKK’yı destekliyor mu? Çatışmaların devam etmesi hâlinde Türk-Kürt savaşı çıkacağına inanıyor musunuz? Türkiye bir iç çatışmaya mı gidiyor? Kürt milliyetçiliği yükseliyor mu?’ gibi sorulara keskin cevaplar veren bu kitlenin yaklaşımı ve tercihleri batı illerinin tepkilerine benziyor. Ve âdeta Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerindeki Kürt halkı ile batı illerindeki Türk-Kürt halkları arasında bir ‘tampon kitle’ vazifesi yerine getiriyor. Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşamanın verdiği realizm ve Kürt olma bilinciyle hareket eden bu kitle, bölgenin radikalizmini ve aşırılıklarını da yumuşatıyor, hatta engelliyor. Araştırmacılara göre, siyasetçilerin bu kitleye sahip çıkması gerekiyor.

TAMPON KÜRT NÜFUSU, ÇATIŞMA VE AYRIŞMAYI ENGELLİYOR
Bu tampon Kürt nüfusu bir Türk-Kürt çatışmasına ve ayrışmasına izin vermediği gibi DTP ve PKK’ya karşı da ciddi bir mesafe koyarak onların etkisini azaltıyor. Sorunun çözümünü ise DTP’den ziyade başka partilerde, özellikle ‘Kürt sorunu’nu çözmeye yatkın; ancak Türk milliyetçiliğini öne çıkarmayan partilerde görüyor. Araştırmacılara göre, bu kümenin destekleyeceği partiler, önümüzdeki yerel seçimlerde, tıpkı 22 Temmuz’da olduğu gibi DTP ve bölgedeki siyasetin en büyük rakibi olacak. ‘Tampon Kürt nüfus’ diye tabir edilen Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt halkı siyaseten kaybedilirse etnik ve bölgesel ayrışma ve çatışma kapıda gözüküyor. Araştırma danışmanı Ergil, bu tehlikeye şu cümlelerle dikkat çekiyor: “PKK’nın yapamadığını Türk kamu yönetimi, çoğulcu ve katılımcı modern bir demokrasi yaratamadığı için kendi eliyle yapabilir. Bugün taktik bir araç olarak görülen şiddet, ayrışmayı hedefleyen stratejik bir amaca dönüşebilir.”
Araştırmanın sonuçları konu başlıklarıyla şöyle sıralanıyor:
KÜRT-TÜRK İKİ AYRI HALK MI?

DTP’nin güçlü olduğu Doğu ve Güneydoğu illerinde belirgin bir ‘Kürt sorunu’ algılaması var. Deneklerin yüzde 78,3’ü Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğuna inanırken, sadece yüzde 20,3’ü ‘sorun yok’ diyor. DTP’nin güçlü olmadığı diğer doğu illerinde yüzde 47, ‘sorun vardır’ derken, yüzde 36,1’i buna karşı çıkıyor.

Bütün doğu illeri düşünüldüğünde, toplumsal olarak ‘Kürt sorunu’nun varlığının artık kabul edildiğini söyleyebiliriz. Batı illerinde ise ‘Kürt sorunu vardır’ (yüzde 21,4) ve ‘fikrim yok’ diyenler (27,9) bir küme oluştururken, yüzde 50,7’lik bir kitle kesin bir dille ‘sorun yok’ diyor. Batıda bile sorunun kabulü ve kararsızlar anlamında ciddi bir eğilim var. Anketin bu kısmı için yapılabilecek yorumlardan biri ‘DTP’nin etkili olduğu halk tabakaları arasında siyasi ve ideolojik tercihlerin daha belirginleştiği’. Bunun da araştırılması gerekiyor. ‘Sizce Kürtler ve Türkler iki ayrı halk mıdır?’ sorusuna verilen cevaplar da aynı keskinlikte. DTP’nin güçlü olduğu illerde ‘evet’ cevabı yüzde 69,1’lerde, aynı bölgede DTP’nin zayıf düştüğü yerlerde yüzde 44,4. Batı illeri ise ‘Kürt-Türk ayrı halktır’ yaklaşımını tamamen reddediyor (yüzde 64,8).

‘DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI SORUNUMUZ VAR, SİVİL ANAYASA HEMEN ŞİMDİ’
Anketin tüm Türkiye’yi ortak paydada birleştiren soruları da var. Örneğin ‘İnsan hakları ve demokrasinin yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?’ ve ‘Yeni bir sivil anayasa yapılmalı mı?’ soruları tam bir mutabakat göstergesi. DTP’nin güçlü olduğu illerde yüzde 65,1, güçlü olmadığı doğu illerinde yüzde 57,7, batı illerinde ise yüzde 56,4 ‘demokrasi ve insan hakları yetersizdir’ diyor. Sivil bir anayasa ihtiyacı ile ilgili soruya aynı bölgeler sırasıyla yüzde 71,8/yüzde 65,6/yüzde 64,5 oranında ‘evet yapılmalı’ diyor. Yani, sivil anayasa ihtiyacı ile hak ve özgürlükler bir ‘etnik hak’ olarak değil, ‘vatandaşlık hakkı ve demokratikleşme meselesi’ olarak algılanıyor.

Türkiye’de zaman zaman tartışılan ana dilinde eğitim konusu aslında bu anketle çarpıcı bir gerçeği ortaya çıkarmış. Buna göre doğu ve güneydoğu illerindeki denekler ‘anadilde eğitimi’ Kürtçe, batıdakiler ise Türkçe olarak algılıyor. Bu yüzden hem doğu hem de batı illeri ‘anadilde eğitimi destekliyor musunuz?’ sorusuna yüksek (yüzde 70 civarı) oranlarda ‘evet’ cevabını vermiş.

Aralık 2008’de TESEV RAPORU olarak bilinen ‘Kürt Sorunun Çözümüne dair bir Yol Haritası : Bölgeden Hükümete Öneriler’ başlıklı çalışma da kamuoyunda yankı uyandırdı.
Raporun girişinde, ‘Bu raporda yer alan değerlendirme, tespit ve öneriler, TESEV’e değil Kürtlere aittir’ deniliyor. Rapor, Kürt toplumunu temsil ettiği düşünülen çeşitli uzmanların, kanaat önderlerinin, siyasilerin ve sivil toplum temsilcilerinin görüşlerine dayanılarak oluşturulmuştur. Raporun temel amacı, sorunun birinci derecede muhatabı olan Kürtlerin seslerini hükümete ve Türkiye toplumuna duyurmalarına aracılık etmektir.
Kürt Sorunu, sadece bir ‘terör sorunu’ değil, etnik, kültürel, hukuki, siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik boyutları olan bir sorundur. PKK yokken de Kürt Sorunu vardı; PKK tamamen yok edilse bile Kürtlerin sorunları ve talepleri var olacaktır. Silahlı çatışma süreci, özelde bölge ve Kürtler, genelde bütün toplumda maddi ve manevi büyük kayıplar yaratmıştır. Şiddetin kesildiği dönemlerde, devletin kalıcı barışı tesis etmeye yönelik bir politika izlememiş olması, çözüm yolunda önemli fırsatların kaçırılmasına yol açmış, Kürtlerde devlete karşı güvensizlik yaratmıştır. Bugüne kadar Kürtler ile devlet arasında bir siyasal sorun olan Kürt Sorunu, son dönemlerde hızla bir Türk-Kürt çatışmasına dönüşme tehlikesine işaret etmektedir.
I. Genel ilkeler
Son yıllarda atılan adımlar, Kürtlerin bazı taleplerini bir dereceye kadar karşılasalar da, Kürt Sorunu’nu çözmek için yeterli değildirler. Sorunun çözümü yönünde atılacak her türlü adım öncelikle demokratik süreçlere dayanmalı, politikalar geliştirilmeden önce Kürtlerin siyasi ve diğer temsilcilerinden görüş ve bilgi alınmalı, bu yapılırken kapsayıcı olunmalıdır. Kürt Sorunu’nda ‘çözüm’ün siyasi, ekonomik, sosyal ve diğer alanlarda eş zamanlı adımlar atılmasıyla mümkün ve anlamlı olacağı unutulmamalıdır.
II. Siyasi adımlar
a. PKK’nın silahsızlandırılması
b. Kürt siyasi partileri ile diyalog
c. Sivil toplum kuruluşları ile diyalog
III. Anayasal ve yasal reformlar
a. Yeni anayasa
b. Yasal reformlar
IV. Ekonomik reformlar
a. GAP Eylem Planı
b. Sanayi ve ticaret politikaları
c. Turizm
d. Sınır ticareti
e. Tarım ve hayvancılık
V. Sosyal politikalar
Kürt Sorunu’nun bir sonucu olan ve bölgede alarm verici düzeyde olan yoksullukla mücadele için siyasal çözüm beklenmeksizin acilen bir eylem planı geliştirilmelidir. Sosyal politikalar hak temelli bir anlayışa dayanmalı, vatandaşların etnik kökenlerine, siyasi görüşlerine, adli sicillerine ve siyasi faaliyetlerine bakılmaksızın haklarından yararlanabilmeleri sağlanmalıdır. Doğrudan gelir transferi, sosyal politikanın bölgedeki en ivedi, en etkin aracı olmalı, gelir transferinde ve benzer sosyal yardımda süre, ihtiyaç ile ilişkilendirilmeli, sosyal yardımlardan sorumlu olarak bir tek kamu kurumu yetkilendirilmeli, yardımlar yapılırken insan onuruna saygı gözetilmeli ve yardım alanların kimliklerinin deşifre edilmemesi sağlanmalıdır. Sosyal hizmetlerin profesyonel kişi ve kurumlarca yapılması amacıyla, Dicle Üniversitesi ile Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Sosyal Hizmet Bölümleri açılmalıdır.
a. Eğitim
b. Yoksullukla mücadele
c. Çocuklar
d. Kadınlar
e. Mevsimlik İşçiler
VI. Zorunlu göç
a. Koruculuk
b. Köye dönüş
c. Kentte yaşam
d. Tazminat Yasası
e. Mayınlar
f. Adaletin tesisi
VII. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s