Uzun yıllardan beri Dışişleri Bakanlığı yapan Davutoğlu ilginç bir kişilik. Bilim adamı da olmasına rağmen fantazilerinin bilimsel temeli yok. Hayal dünyasında yaşıyor.
Bilim adamı olmasına rağmen, bugün Türkiye’nin dünyadaki konumunun, kapasitesinin ve içerisinde bulunduğu bunalımın farkında değil. Türkiye’yi, Osmanlının zirve yaptığı dönemdeki gibi bir konumda zannediyor. Kendisini de, Osmanlının kudretli bir sadrazamı gibi görüyor. Bu nedenle, gerçeklerle değil de, hayallerle yaşamayı benimseyen bir kısım köşe yazarı tarafından büyük ilgi ve hayranlıkla izleniyor.
Davutoğlu’nun son dönemde geliştirdiği Afrika açılımı harekatını izliyorum, anlamaya çalışıyorum. Tıpkı, yıllar önce ‘komşularla sıfır sorunlu politika’ kavramını gündeme getirdiğinde taşıdığım ve hala taşımakta olduğum endişeler gibi endişelere sahibim.
Önce, ‘komşularla sıfır sorunlu politika’ya dönelim. Komşularımızla ilişkilerde, 2002 şartlarına göre ne değişti? Objektif olarak bakıldığında, İran ve Irak ile ilişkiler aynı seviyede diyebiliriz. Suriye ile dost olunmuş. Ermenilerle hala küsüz, üstüne üstlük Azerileri darıltmışız. Gürcistan’dan elimizi ayağımızı çekmek zorunda kalmışız. Bulgaristan aynı Bulgaristan. Yunanistan da büyük abi olarak geriye çekilmiş, yerine Güney Kıbrıs’ı karşımıza aktör olarak çıkartmış. KKTC ile ilişkiler nerede, Allah biliyor. Rusya ise hala orada, taa uzakta duruyor.
Demek ki, Davutoğlu’nun sevenleri durumu benim gibi değerlendirmiyor. Bu nedenle de O’nu başarılı buluyorlar. Olabilir. Demokrasi var.
Şimdi Afrikaya gelelim.
Ben hem Davutoğlu’na hem de sevenlerine öncelikle bir tavsiyede bulunacağım. Mutlaka okunması gereken bir kitap önereceğim. Kitabın adı ‘Küresel Bunalım, 11 Eylül Konuşmaları, 2002’ yazarı ise, Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu. Aynı Davutoğlu.
Tam bir az gelişmiş ülke dış politikası şahaseri olan bu kitap, Türk Dışişlerinin hangi ellerde olduğunu somut bir şekilde ortaya koyuyor.
Davutoğlu, Türkiye’nin, üyesi olduğu uluslararası kuruluşları gerektiği gibi harekete geçiremediğinden bahsediyor. Avrupa Birliği sürecinin hukuki açıdan ne anlama geldiğinden habersiz, serbest atışlar yapıyor. Hatta, daha da ileri giderek, Birleşmiş Milletleri(BM) şöyle tanımlıyor; ‘… Endüstri devrimine paralel olarak ortaya çıkan hukuksuz sömürgeciliğin, uluslararası hukuk içinde örtülü bir şekilde sürdürülmesini sağlayan BM yapılanması, ne insanoğlu’nun ortak değerleri konusunda etkin bir alt yapı oluşturabilmiş, ne üyeler nezdinde tam bir meşruiyet kazanabilmiştir…. BM, G7 ile birlikte uluslararası ekonomi–politiğin oligarşik bir düzlemde yönlendirilmesini hedef edinmiştir.’ Sayfa 214.
Bu cümleyi uluslararası ilişkiler konusunda eğitim almamış birisi sarfetse, aslında ‘bravo’ demek gerekir. İddialı olmakla birlikte, çok da yanlış bir tanımlama değil.
Ancak, bunu Prof. ünvanlı birisi söylerse, o zaman durup düşünmek lazım. Zira, bunca yıllık eğitimden sonra, Siz, uluslararası örgütleri ne zannediyordunuz ki diye sormak lazım. Aynı kitapta, Türkiye’nin ECO (eski RCD) ve İKÖ’yü de hareketlendiremediğinden de bahsediliyor. Bu noktada, Profesöre, en baştan bir uluslarası ilişkiler lisans eğitimi önermek gerekiyor.
Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olduktan sonra, Türkiye’nin BM’de güvenlik konseyi sandalyesi kazanmasını bir büyük başarı gibi sundu. Hatta, yukarıda tanımladığı kuruluşda, Güvenlik Konseyinde oturum bile yönetti. Diğer bir ifade ile, oligarşik düzlemde politika yapan bir kuruluşu yönetebilme şansını büyük bir meziyetmiş gibi anlattı.
BM, bugüne kadar Afrika için neler yapabilmiştir. Davutoğlu’nun BM üzerinden Afrika’da gerçekleştirmeyi düşündüğü projeler nelerdir, bilemeyiz ancak, Davutoğlu’nun mimarlığında Türkiye’nin Afrika açılımın da, onun yaşadığı küresel bunalımın bir sonucu olarak fantaziden öteye geçmeyeceğini rakamlarla ifade edebiliriz.
Davutoğlu’nun Fantazileri ve Küresel Bunalım (2)
Yazar: Aydın Sezer
Dış politikada ürettiği teorileriyle ünlü olan sayın Davutoğlu, ortaya koyduğu yol haritasıyla yeni Osmanlılıcık akımını benimseyenlere moral ve enerji vermeye devam ediyor. Bu çevreler gündemdeki Afrika’ya açılım stratejisini ilgiyle izliyorlar. İngiltere’nin Mısır’a 100 yıl önce yaptığı ‘komiser’ ataması, ya da Fransa’nın Afrika’daki sömürgelerine, milli çıkarlarını korumakla görevli yönetici ataması mantığına benzeyen Büyükelçi atamaları yapıyor.
Geçmiş hükümetler döneminde, Özal’lı ve Demirel’li yıllarda da, Afrika hep Türkiye’nin kapsama alanında ve gündemindeydi.
1973 yılında, yurt dışı müteahhitlik hizmetleri faaliyetlerimiz Libya’da başladı.
Yakın dönemdeki Cezayir açılımının tarihi de eskidir.
1990’da Mısır’da otomobil montaj hattımız vardı.
1990’larda Cezayir’de beyaz eşya üretim hattımız vardı.
1997’de, Türk uzmanları Nijerya’da tüm eyaletleri kapsayan fizibilite çalışması yaptılar.
Sudan’a askeri araç satışları ve Eximbank kredisinin tarihi de eskidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eğitim verdiği Afrika ülkeleri vardır.
80’lerde Senegal’de Ticaret Müşavirimiz vardı.
1992 yılında, Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı Afrika masasının, Türkiye’nin ciddi bir Afrika vizyonuna sahip olabilmesi için mutlaka Afrika Kalkınma Bankasına üye olması gerektiği yönünde çalışmalar başlattığı bilinir.
Bu açıdan Sayın Davutoğlu’nun bugün gündemimize taşıdığı Afrika açılımı stratejisi, özgün veya yeni bir açılım modeli değildir. Üstelik, Büyükelçi ataması yapılan ülkeler incelendiğinde, bu atamaların yapılmasında hangi nesnel kriterlerin öne çıkmakta olduğu konusunda da soru işaretleri vardır.
1 – Sayın Davutoğlu, uzun süren Dişişleri Bakanlığı döneminde, Dış Ticaret Müsteşarı ve Dış ticaretten sorumlu eski Devlet Bakanı gibi, ihracat kapasitemizin arttırılmasından ziyade, mevcut ürünlerimizle komşulara ve Afrika’ya açılımı marifet sayan teknisyen ve siyasilerle birlikte çalışarak, yanlış bir Afrika vizyonu almıştır. Zaten, ilgili Müsteşar da, Afrika’ya Büyükelçi tayin edildiğini öğrendiğinde, izlediği popülist stratejinin nelere mal olduğunu anlamıştır.
2 – Sayın Davutoğlu uluslararası siyasete teori üretmekten fırsat bulup, Türkiye’nin ‘nereden nereye’ geldiğini izleme fırsatı bulamadı. 20-30 yıl önceki Türkiye, bugün aynı Türkiye değil.
Davos toplantıları olarak bilinen organizasyonu gerçekleştiren WORLD ECONOMIC FORUM isimli kuruluş tarafından hazırlanan ‘2008 -2009 Dünya ekonomik rekabetçilik kıyaslaması raporunda (The World Economic Competitiveness Report) yer alan rekabetçilik kıyaslaması başlıklarının büyük bir bölümünde, Türkiye’nin 134 ülke arasındaki sırası aşağıdaki gibidir.
Yukarıda yer alan veriler doğrultusunda Türkiye’nin küresel rekabette oldukça alt sıralarda yer aldığı söylenebilir. Hatta, yeni küresel rekabet endekslerine göre, Türkiye’nin gelişmekte olan ülke konumundan, geri kalmış ülke konumuna geçmekte olduğunu söylemek de mümkün bulunmaktadır.
Bahsi geçen kaynak verilerine göre, 2008 yılında Türkiye genel rekabet gücü sıralamasında 63. ülkedir.
Oysa, Türkiye, daha 1997 yıllında 35. sırada bulunmaktaydı.
Diğer bir ifadeyle, bazı Afrika ülkeleri bile son 10 yılda Türkiye’yi çeşitli başlıklarda geride bıraktı. Türkiye geri gidiyor. Böyle bir ülkenin dış politikası, ancak, silahının menzili kadar olabilir.
Nabucco projesi veya Putin’le imzalanan anlaşmalar stratejik derinliğimizin artmakta olduğu yönünde yanlış bir sinyal vermemeli. Bu anlaşmalar tıpkı, bir Afrika ülkesinde olabileceği gibi, milli menfaatler yerine, enerjideki ekonomik potasiyelimizin medya destekli enerji şirketlerine ve uluslararası tekellere peşkeş çekilmekte olduğu anlamını taşıyor.
Sayın Bakan, aslında Siz de, ben de bu açılım macerasının arkasında hangi nedenin yattığını çok iyi biliyoruz ama, bilmemezlikten geliyoruz, O başka.
Afrika için gerçekten “sorumlulukların da küreselleşmesi’’ fikrindeyseniz, Fransa ile el ele vererek, Birleşmiş Milletlerde(BM) Afrika için birşeyler yapabilmenin teorisini ve pratiğini üretiniz. Bu sayede, G7 ile birlikte uluslararası ekonomi–politiğin oligarşik bir düzlemde yönlendirilmesini hedef edindiğini ifade ettiğiniz BM’yi de, doğru bir yöne çekmiş olursunuz. Bir Osmanlı torunu olarak bu size daha çok yakışır.