Yapılan bir araştırmaya göre, halkın yüzde 75’i hukuk sisteminin işleyişinden memnun değilmiş. Halkın yüzde 75’inin hiçbir şeyden memnun olmadığı bir ülkede, yukarıdaki cümlenin bir anlamının olmadığını söyleyebiliriz.
Bu defa, Anayasa değişikliği gündemde. Bu konu referanduma kadar götürülecekmiş. Halkın yüzde % 92’sinin hayırhahlıkla kabul ettiği bir Anayasayı bugün yerden yere vuruyoruz. Evet, askeri diktörlüğün yaptığı Anayasa ile demokrasi olmaz, bu doğru. Ancak, sürekli olarak sandıktan çıkan irade ile demokrasi arasından katıksız bağ kuranlara karşı, şimdi Kenan Evren, ‘sandıktan bu Anayasa çıkmıştı’ derse, ona söyleyecek bir sözümüz olabilir mi? Diyebilirsiniz ki, 12 Eylül Anayasası için halk özgür iradesiyle sandığa gidemedi. Korku vardı. O halde, sandığa gidilirken rüşvet seçeneğinin de gündemde olabileceğinin farkında olmamız gerekiyor. İşte demokrasi dediğimiz olgu sonuçta ; ‘sopa mı, havuç mu’ esprisine de dönüşebilir. Eğer, demokrasiyle yönetilecek kadar kültürel birikiminiz ve daha önemlisi demokrasi talebiniz yoksa, başkalarının demokrasi tanımlarıyla yetinmek zorunda kalırsınız. Kendinize bir gün Ahmet – Mehmet Altan’ı veya Emre Kongar’ı, bir gün Tayyip Erdoğan’ı bir başka gün de Deniz Baykal’ı referans almak zorunda kalabilirsiniz.
Bugün içerisinde bulunduğumuz çıkmaz, 4 radikal kamplaşmanın sonucu olarak ortaya çıktı. AKP’nin bilinçli olarak, yandaşı liberal aydınların da dolaylı olarak ön plana çıkarttığı din temelli demokratik! muhafazarlık, CHP ve Ordu sempatizanlarının taraftarı olduğu laik temelli tutuculuk, nerede durduğu pek belli olmayan bir milliyetçi muhafazarkarlık ve nihayet PKK’nın desteği ve katkısıyla oluşturulan kemikleşmiş bir taraftar desteğine sahip etnik Kürt milliyetçiliği. Bugün açılım sarhoşu olmuş toplumdaki Alevi duruşundan veya Roman açılımından bahsetmeye gerek yok. Azınlıklardan bahsedilmesine de hiç gerek yok, gerekirse onları etnik kökenlerinin ait olduğu yerere göndeririz olur, biter.
Kavram karmaşaları zaten içerisinde bulunduğumuz durumu gayet iyi anlatıyor; milliyetçilik, solculuk, ulusalcılık, faşistlik, liberal faşistlik, dincilik, Ergenekonculuk. ‘Ulusalcılar ve faşistler el ele’ ya da ‘Ergenekon’un avukatı solcular’ ya da ‘AKP karşıtı herkes’ ya da ‘darbeci ordu’ ya da ‘hukuk diktası’ gibi nitelemelerle ne kurumları ne de ideolojileri artık yerli yerine oturtamıyoruz.
Ülkede ciddi bir muhalafet var mı, AKP’nin alternatifi mevcut mu? Sadece AKP karşıtı olmak muhalefet olmak için yeterli mi? Aslında bugünkü muhalefetin bir parti içi muhalafeti andırdığını da söylemek mümkün.
Bugün yaşamakta olduğumuz sıkıntıların sağlıklı ve tam olarak işleyen bir demokrasiye geçiş sürecinin olağan sıkıntıları olduğunu sanan, hatta iddia edenler de var. Ahmet ve Mehmet Altan gibi babalarını dahi anlayamamış insanlar, bu sürecin sağlıklı bir doğumla neticeleneceğini bekliyorlar. Oysa, bu süreçten bugün 4’e ayrışmakta olan bir toplumdan, birbirinden daha da kopmuş ve birbirlerine tahammül dahi edemeyen, birbirlerinden kesin hatlarla ayrılmış bir yapının ortaya çıkması da mümkün görülüyor. İşte böyle bir ortamda, toplumun çimentosu sayılan Anayasa’nın halk oyuna götürülmesi bu seçeneğin hemen ortaya çıkmasına da neden olabilir.
Lester C. Thurow ‘Kapitalizmin Geleceği, 1996’ isimli kitabını yazarken sanki Türkiye’nin bugünü görmüş.. Diyor ki, ‘Gerçek demokrasi, seçim zamanında gerçek ideolojik alternatifler gerektirir. Toplumları bir arada tutan, güçlü ideolojiler ve dış tehdit unsurlarıdır. Her ikisi de ortadan kalkınca bölünme ve parçalanma neredeyse kaçınılmaz olur. Vizyonu olmayan bir toplum eninde sonunda etnikçiliğe mahkumdur.
İdeolijik alternatif pek olası gözükmüyor… Ortak akıl üretme özürlüyüz. Galiba bize bir dış düşman lazım. O da hemen lazım. Yoksa, toplumsal uzlaşma aramaksızın Anayasa yaparken yok olup gideceğiz.