Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı 18-20 Eylül tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirildi. Bilindiği gibi, Türk Kurultayı’nın ilki, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasından hemen sonra 1993 yılında toplanmıştı. 2001 yılına kadar düzenli olarak devam eden toplantılar, bu tarihten itibaren sekteye uğradı.
Kurultay’a ara verilmiş olmasının nedenini, dayatmacı politikalarla bölge ülkelerini terbiye etmeye çalışarak, model ihracatına yönelen ülkemizin tüm politikalarının iflas etmiş olduğu gerçeği sanırdım. Meğer, kurultaya ara verilmesinin çok farklı bir nedeni varmış. Kişisel tutumların da ön planda olduğu bir çekişme sonucu kurultay toplanamamış. Medyada yer alan habere göre, Söğüt’te başlayan tabana mesaj verme siyaseti, bu kurultay vesilesiyle başka bir boyuta taşınmış.
‘Orada bir köy var uzakta, gitmesek de, gelmesek de …’ misali, ‘Orada Türki Cumhuriyetler var…’ diyerek, işimize geldiği zaman onları hatırlayıp, işimize gelmediği zaman, ‘bu ülkelerdeki Rus hegemonyası kırılmadığı sürece, işbirliği yapmamız mümkün değildir’ yaklaşımı sergilemekteyiz.
Türk dünyası ile bağlantılarımız zayıf
Türkiye’deki yönetimlerin beceriksizliği nedeniyle, 1992’den beri bu coğrafyada yürüttüğümüz politikalar sonucunda, Türk dünyası ile bağlarımız başlangıç noktasına göre oldukça zayıfladı. Türkiye bölgede özenle etkisizleştirildi. Türkmenistan ve Kazakistan’ın enerji işbirliğinde Rusya’ya yaklaşmalarını ve Şangay İşbirliği Örgütü ile Avrasya Ekonomik Topluluğu çatısı altındaki gelişmeleri uzaktan izlemeyi adet haline getiren Türkiye, nihayet 2006’da bu coğrafyayı hatırlıyor. İş işten geçtikten sonra, siyasi amaçlı söylemlerle bir yere varamayacağımızı artık anlamamız gerekiyor. Yine medyada yer alan bilgilere göre, üç gün süren kurultay’da coşku ve heyecan hissedilmemiş. Bir basın mensubunun kurultayı ‘Temeli yüzyıllar ötesine dayanan kardeşliğin, bu kadar yakınken bir o kadar uzakta durması oldukça ilginçti’ şeklinde değerlendirmesi de düşündürücüdür.
Kurultay’da bir konuşma yapan Başbakanımız, “Türk Dünyası İşbirliği Teşkilatı kurulmalıdır” çağrısı yaptı. Bu sayede uzun süreden beri kafamı kurcalayan, ‘Türkiye neden yeni bir bölgesel oluşuma önderlik yapmıyor, acaba bir sorun mu var?’ şeklindeki düşüncemin nihayet yanıt bulması beni çok sevindirdi. Zira, yeni bir oluşumun zamanı gelmişti. Yakın tarihimize baktığımızda, 1960’larda RCD, 70’lerde İKÖ, 80’lerde İsedak ve ECO, 90’larda KEİ ve Erbakan’ın D-8’inden sona, şimdi de, Türk Dünyası İşbirliği Teşkilatı (TDİT). Bu Teşkilatın Türkiye’deki sekreteryası mutlaka Devlet Planlama Teşkilatı’na verilmelidir. Çünkü bu kuruluşta, AB ile Gümrük Birliği anlaşmamız yürürlükte olmasına rağmen, yukarıda sıraladığım oluşumlarla ‘tercihli ticaret anlaşmaları’ gerçekleştirilmesi yönünde çalışmalar yürütebilen bir yapılanma var.
Eğer gerçekten Orta Asya Cumhuriyetleri ile bağlarımızı tamamen koparmadan güçlendirmek istiyorsak, bu bölgeye giden yolun nereden geçtiğini bir kez daha söyleyelim; Moskova. İşin garip tarafı, Orta Asya’da başarmaya çalıştıklarımızın neredeyse tamamını Rusya’da başarmış bir milletiz. Aslında, Orta Asya’da rakip sandığımız Rusya’nın bize ‘Türki’lerden daha yakın olması ne kadar enteresan değil mi? Bu zor işi nasıl başardık acaba ?