Tekrar Musul, tekrar Ağar, Referans, 19.03.2007

Geleneksel Türk dış politikasında Irak ile ilişkilerimizde hakim olan anlayış, sınır güvenliği ve Türkmen nüfus ile ilgili hassasiyetlerimiz temellerine dayandırılmaktaydı. Türkiye-Irak sınırının her 2 tarafında, diğer ülkenin güvenliğini tehdit etmeyecek “güvenli” bölgeler oluşturulması gereği vardı. Nitekim, uygulanan bu politika ile yıllarca sınır ötesinden kaynaklanan güvenlik sorunlarına maruz kalmadık.

Son 20-30 yıldan beri, Irak’ta hüküm süren istikrarsızlık ve Irak’ın kuzeyinden kaynaklanan güvenlik sorunları ile karşı karşıya oluşumuz, çeşitli çevrelerce bu sorunun çözümüne yönelik açılımları da beraberinde getiriyor; Askeri müdahale mi, iktisadi bütünleşme mi?

Benelüks modeliyle Irak’ın kuzeyini de içine alacak bir iktisadi bütünleşme gayretindeki Ağar’ın, bu defa da Musul ile ilgili söylemleri gündeme geldi. Ağar’ın “Ben Diyarbakır’ı vermeye değil, Musul’u almaya çalışıyorum” şeklindeki açılımının medyadaki yansımalarını okuduğumda, yakın dönemimizle ilgili hafıza kayıplarına uğradığımızı düşünüyorum. Ya da Musul konusunun Cumhuriyet tarihimiz boyunca sürekli olarak gündemimizde bir yer işgal etmesinin mantığını hâlâ kavrayamadığımızı görüyorum.

Bizi stratejimiz buraya getirdi
Ağar’ın bugün söyledikleri bizi Özal’lı yıllara götürüyor. Özal’ın, Musul ve Kerkük’ün Türkiye’ye katılması için yapmış olduğu fikir jimnastiği ve müdahale yöntemi devletin yüksek katlarında sarsıntı yaratmıştı. Medyada o dönem yer alan bilgilere göre Özal, Musul’u almak için Bush ile anlaşmaya dahi varmıştı. Akşam gazetesi yazarı emekli Orgeneral Kemal Yavuz, Körfez Savaşı döneminde Özal’ın Musul ve Kerkük’ü almak istediğini doğrulamış; Ancak, bu isteğe Türk Ordusu’nun karşı çıktığını ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay’ın kişiliğini ortaya koyarak, ülkeyi böyle bir maceradan uzak tuttuğunu ifade etmişti. Özal’ın yöntemi kabul görmemiş olsa da, böyle bir strateji için o dönemdeki konjonktürün, bugünkünden daha uygun bir zemine sahip olduğu tartışma götürmez. Zira, o dönem, Barzani ve Talabani’ye kırmızı pasaport veren bir Türkiye vardı. Barzani ve Talabani’nin Irak merkezi yönetimine karşı Türkiye ile birliktelikleri vardı.
O zaman bir bütünleşme sağlanabilir miydi? Bu soruya bugün verilecek yanıt her ne olursa olsun, o tarihten bugüne kadar, Irak’ın kuzeyinin kalkındırılmasına yönelik stratejimizin bizi nereye getirdiğini artık görmezden gelemiyoruz.

İnönü’nün vasiyeti
Özal dönemi de bir tarafa, Ecevit’in, İsmet İnönü’nün kendisine “Musul’u al” diye vasiyette bulunduğunu açıklaması, Musul ve Kerkük ile ilgili tartışmalara farklı bir boyut getirmişti. Bu açıklama, Özal’ın “bir koyup, üç alma” sevdasının ötesinde, Musul konusunun Türk dış politikası açısından derinliğinin Atatürk dönemine kadar uzandığını ortaya koyuyor.

Hulki Cevizoğlu “Musul’u alacak mıyız?” başlıklı yazısında Türk Silahlı Kuvvetleri Dergisi’nde yayınlanan bir makaleye atfen (Temmuz 1992, sayı: 333, s.26) Atatürk’ün şu sözlerine yer vermişti: “Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım”.

Bugün Irak’taki gelişmeler, Başbakanın ifadesiyle gündemimizdeki en önemli yeri işgal ediyor. Mevcut şartlar çerçevesinde, kamuoyunda etraflıca tartışılarak, ortak akıl ile şekillendirilmiş politikalara sahip olmamız, “oldu bittilerle” karşılaşılması durumunda elimizi güçlendirecek. İşte böyle bir ortamda Ağar’ın söylediğini anlamaya çalışmak önem arz ediyor. Ağar, yeni bir şey mi söylüyor? Yoksa, son 10 yıldır zaten bilinçli olarak yürüttüğümüz Irak’ın kuzeyini güçlendirme siyasetimize artık bir isim mi koyalım diyor?

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s