“Geleceği Üretiyoruz” ve “Gelecek: İhracat” sloganlarıyla kutlanan 9’uncu Dış Ticaret Haftası’nın programını incelediğimde, yıllar önce kutlanan “Yerli Malı” haftalarını hatırladım. Dış Ticaret Haftasının hazırlanmasında emeği geçenlere saygısızlık etmek istemem ancak, küresel ekonomide ihracat olgusunun da artık çok gerilerde kaldığını belirtmeliyim. Üstelik kendisine kalkınma! modeli olarak ithalata dayalı büyüme modelini seçmiş bir ülkede, 80’lerin modası ihracatın ön planda olduğu, dış ticaret haftasının hâlâ düzenleniyor olması oldukça manidar. Zaten, en çok ihracat yapan firmalar ödül töreninde ilk üç sırayı paylaşan firmaların Dahilde İşleme Rejimi’ne dayalı üretim ve ihracat felsefesine göre faaliyet gösteriyor olmaları, bu haftanın aslında nasıl yorumlanması gerektiğine dair ipuçlarını da veriyor.
Bu Hafta, “Dış ticaretin ülkemizin geleceği ve refahı için en önemli unsurlardan biri olduğu imajını pekiştirmeyi, başta gençlerimiz olmak üzere toplumun geniş kesiminde sağlıklı bir dış ticaret bilinci oluşturmayı hedefliyor”muş. Sağlıklı bir dış ticaret bilinci ne anlama geliyor? Eğer bundan kasıt dengede bir dış ticaret olgusu ise, Cumhuriyetin 100’üncü yılı için öngörülen 500 milyar dolarlık ihracat rakamının yanında, ithalat rakamı için de bir tahmin yapılması gerekmez miydi? Madem unutulmuş, ben söyleyeyim, bu kafayla devam edildiği takdirde, Cumhuriyet’in 100’üncü yılındaki ithalat rakamı da 800 milyar dolar düzeyinde olacak. O halde, gençlerimizde ve toplumun geniş kesimlerinde sağlıklı bir dış ticaret bilincinin oluşması için bu Hafta’da keşke, Dahilde İşleme Rejimi’nin faziletleri konusu ön plana çıkartılsaydı. Bu sayede, 500 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşabilmenin başka yol ve yöntemleri de tartışılmış olurdu.
Dış ticaretten de sorumlu Bakan, Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’te yıllık ihracatın 51 milyon dolar olduğunu hatırlatarak, “Şimdi bu ihracatı sadece beş saatte yapıyoruz” şeklinde bir ifade kullanmış. Kıvrak bir zekanın ürünü olan bu kıyaslamayı alkışlamamak elde değil. Zira, iki hafta önce ben de bu sütunda 1925 yılına ait, trafiğe çıkan otomobil sayısı ile 2005 yılında trafiğe çıkan otomobil sayısını kıyaslayarak moral! bulmuştum. Bakanın “Artık global ekonomide firmalar, köpekbalıkları gibi olmak zorundadır. Yüzmekten, hareket etmekten vazgeçen, yorgunluğa yenik düşen ölecektir” şeklinde bir ifade kullanması en azından küreselleşme ile ilgili yaklaşımında nesnel bir analiz olduğunu çağrıştırıyor ancak, bu nedenle ihracata sarılması bu nesnelliğe gölge düşürüyor. Zira, küresel ekonomide önemli olan artık sadece üretmek ve ihraç etmek değil. Türkiye gibi, sanayisi emek yoğun sektörlerde kümelenmiş bir ülke, hangi ürünlerle global pazarda kendisine şans arayacak. Korkarım Cumhuriyetin 10’üncü yılında, Türkiye’de tekstil sanayiini kurmuş Rusya’dan bile yoğun bir şekilde konfeksiyon ürünleri de ithal ediyor olacağız.
O halde ne yapmalı? Bence yapılması gereken ilk şey, her ay muntazaman “Küresel Ekonomiyi Anlama Haftası” düzenlenmeli. Bu Hafta’larda, küreselleşmeyi algılayamayan, küresel stratejilere uygun davranamayan, çağa uygun sanayileşme stratejilerinden bihaber politikacıların Türkiye’ye neler kaybettirdikleri de tartışılmalı.