Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı sayın Oğuz Satıcı’nın 1 Ekim 2006 tarihli basın bildirisinde, önce yine bir rekor haberine yer veriliyor. Ancak, bu defa verilen rekor haberi dış ticaret açığıyla ilgili. “25 milyar doları aşan cari açık ve 45 milyar doları aşan dış ticaret açığı Türkiye’yi gelişmekte olan ülkeler arasında ilk sıraya taşımaktadır.”
İkinci saptama da net bir şekilde ifade edilmiş. Yorum gerektirmiyor. “Açık bir şekilde bilinmelidir ki, cari açık ekonomi açısından bir tehdit olarak algılandığı sürece döviz ve faizde yeni bir dalga yaşanmayacağını kimse garanti edemez. Bunun kaçınılmaz bir durum olduğu son derece belirgindir. Bu cari açık seviyesiyle, bu dış ticaret açığıyla dış piyasalar her karıştığında Türkiye ekonomisi daha da fazla karışacaktır.”
Üçüncü saptama yönetime işaret ediyor: “Bundan sonraki dönemde Türk sanayisi rekabet ettiği müddetçe ayakta kalacaktır. Rekabetin yolu da akıllı yönetimden geçmektedir. Akıllı yönetim ise tüm Türk üreticisinin maliyetlerini dünyada rekabet ettiği ülkelerin seviyesine düşürmekten geçmektedir.” Sayın Satıcı’nın “akıllı yönetim” ifadesiyle neyi kasdettiği de çok açık. Ancak, girdi maliyetlerinin aşağı düşürülmesinden bahsedilmesi çok ilginç. Bu hangi ekonomide, nasıl mümkün olabilir? Serbest piyasa ekonomisi şartlarının hüküm sürdüğü bir sistemde girdi maliyetleri sadece sübvansiyonlarla aşağı çekilebilir. Yeni “teşvik” talebi mi var acaba?
Dördüncü saptamada sayın Satıcı bilinen konuları farklı bir ambalajla sunuyor. Diyor ki “Türkiye daha onurlu bir iç ve dış politika izleyebilmek için cari açık sorununu çözmeli ve dünya ölçeğinde bir ekonomik büyüklüğe sahip olmalıdır. Bunun yolu da daha fazla ithalat yapmaktan değil daha fazla üreterek daha fazla ihracat yapmaktan geçmektedir. İşte bu amaçla Türkiye’nin rekabetçiliğini arttıracak acil yapısal reformlar bir an önce hayata geçirilmelidir. Düşük kur-yüksek faiz politikası Türkiye’nin çıkışı değildir. Bu gerçeğin herkesin kafasına yerleşmesi için illa büyük ölçekte bir kriz mi gerekmektedir? Eğer cari açık bu hızla devam ederse şu an yaşadığımız dalga asla tutunamayacağımız bir tsunamiye dönüşebilir.” “Düşük kur-yüksek faiz politikası” şeklinde başlayan cümle hariç, dile getirilen görüşlerin tamamıyla hemfikir olduğumu söyleyebilirim.
Sayın Satıcı’nın rekor ihracat artışlarının arkasında Dahilde İşleme Rejimi’nin (DİR) olduğunu gayet iyi bildiğini sanıyorum. Sayın Satıcı basın bildirisinde ayrıca, Sayın Bakanla, dünyayı dolaşarak, ihracatçılar olarak ellerinden geleni yapmaya çalıştıklarını da ifade ediyor. Bu seyahatlerde, yüksek girdilerle elde ettiğimiz ve rekabetçi olmayan ürünleri mi, yoksa ithal girdilerle ürettiğimiz DİR ürünlerini mi pazarlamaya çalışıyoruz. Her iki seçeneğin de ekonomiye “zarar” yazacağını biliyor olmamız gerekiyor. Zira, bu resmen kaynak transferi anlamına gelmektedir. Son yıllarda, üretim maliyetini hesaplamaktan aciz birçok firmamızın, sadece satış rakamlarının arttırılmasına odaklandığı için satışlarını artırdıkları halde battıklarını görmedik mi?
Bu yoğun dış seyahatlerde sayın Bakana DİR konusunda etraflı bilgiler sunulmasında büyük yarar görüyorum. Bu sayede yönetim de, Satıcı’nın ifadesiyle, dünya ölçeğinde bir ekonomik büyüklüğe sahip olmanın yolunun daha fazla ithalat yapmaktan değil, daha fazla üretmekten geçtiğini öğrenmiş olacak